Yıllar önce küçük torunum İlteriş yaşının bütün saflığı ve
samimiyetiyle “ Dede, sen gülmeyi sevmiyor musun?” diye sormuştu.
Ağabeyi ile o bilmem kaç defa seyrettikleri Kemal Sunal filmini tekrar
tekrar aynı yoğunlukta kahkahalarla seyrederken, ben şaşkın şaşkın
onlara bakıyordum. Sorması ondandı.
Kim sevmez ki gülmeyi? Gerçi bizim kuşağımızın gülmeye pek vakti
olmadı ama biz de severdik, ben de severdim, hala da severim. Ama uzun
zaman var ki gülmüyorum daha doğrusu gülemiyorum. Siyasetin belagat
şehveti, dünyamızı işgal edeli beri hayatın nüktesi kayboldu.
Televizyonlarımızda bağlık, hiddet, şiddet, nefret ve ihanetten başka
bir şey hemen hemen kalmadı. Haberlerde nefret söylemleri ya da bundan
otuz kırk yıl önce aklımıza gelmeyecek vahşi cinayetlerden geçilmiyor.
Dizilerde herkes hain, herkes sahtekar, herkes kalleş, herkes kanlı
katil, herkes ırz düşmanı. Birbirinin kopyası dehşet ve nefret
senaryoları, kirli ve kıllı adamlar, muhteris kadınlar.
Değerlerimiz aşınıyor, değerlerimiz ufalanıyor ve biz bir daha
toparlanmayacak şekilde dağılıyoruz. Ve biz buna yanmak, buna çözüm
aramak yerine günlük siyasetin karanlık dehlizlerinde birbirimizin
boğazını sıkmak için can atıyoruz. Başka bir ifadeyle gemi batarken
bir kamara kavgası yapıyoruz.
Benim ve çocukluk ve gençlik yıllarımda bir Osman Bölükbaşı vardı.
Muhteşem bir hatipti ama şöhreti hitabetinden daha çok ince
nüktelerinden kaynaklanırdı. Meclis kürsüsüne bir bavul belgeyle
çıkması ve meydan mitinglerinde saatlerce konuşmasıyla meşhurdu. Daha
sonra sahneye Süleyman Demirel çıktı. Gençlik yıllarımızda
yadırgadığımız ve hatta eleştirdiğimiz o nükteli hitabetini şimdi öyle
hasretle arıyorum ki. Bu gergin ortama o ilaç gibi gelirdi.
Ne gariptir ve ne yazıktır ki siyaset dünyamızda Selahattin Demirtaş
da olmasa nüktenin esamisi okunmayacak. Bir de Devlet Bahçeli’nin
piskevütü. Yazık.
İlteriş uzun zaman var ki, o soruyu bir daha sormadı. Sorsa “Kim
istemez ki, kim sevmez ki gülmeyi” diyeceğim. “Ben de isterim, ben de
severim” diyeceğim. Ama sormuyor. Belki o da gülmenin her geçen gün biraz
daha zorlaştığının farkında da ondan sormuyor.
Ah, bir bana ne diyebilsem ve ah bir doya doya gülsem, gülebilsem. Ben
de isterim hem de pek çok isterim…