Mavi gözlü paşamızın ve arkadaşlarının bizlere veda edişinin, cennete uğurlanışlarının yeni bir yıldönümü. Mavi Gözlü Paşasız tam 24 yıl. Ama o hep vardı, yanımızdaydı…

O en çok annemin 'mavi gözlü paşası.' Uzun yıllar önce 17 yaşında baba evinden ayrılmıştı. En çok annem okusun, devlete, millete, topluma faydalı olsun, bir an önce ekmeğini kazansın helalinden istemişti. Bu yüzden kutsal bir ocağa emanet etmişti. O artık peygamber ocağının bir ferdiydi, bir mensubuydu. Orada yemin bile içmişti, orada olması sadece anneme değil, hepimize büyük bir gurur veriyordu.

Uzun süre alışamadık yokluğuna, hasreti kartopu gibi yüreğimizde büyümeye başlamıştı. Haftada bir, içi hasret yüklü üzerinde, 'askeri öğrenci mektubu görülmüştür' kaşesi olan mektubunu postacıdan almaya başlamıştık. Mektupla özlem gideriyor, mektupla seviniyorduk. Mektupla hasret gidermek nedir bilir misiniz? Şimdiki gibi görüntüsüz ya da görüntülü cep telefonları yoktu. Mektuplar hep onun güzel kokusunu getiriyordu. Elbette kolay değildi evimize sığmaz olmuştuk ki, ilk bayram tatilinde askeri üniforma ile geldiğinde hepimiz çok mutlu olmuştuk. Annemin sevinci, gururu, mutluluğu hepimizden öndeydi mavi gözlü paşasının gelişiyle yüreğini ferahlatmıştı. Alışacaktık, alışmalıydık. Başka bir yolu yoktu. Biz alışmakta zorlanırken belki de çok bencildik. O daha 17 yaşına yeni girmişti, gurbette yalnızdı. Yanında aileden kimsesi yoktu, asıl hasret yükü onun omuzlarını çökertmiyor muydu? Hatırladıkça şimdi içimiz daha çok acıyor. Halbuki bencillik yaparken farkında olmalıydık. Geçmişi deşelemek hepimizi bazen çok üzüyor. Ama hayat ve şartlar buydu ne yapabilirdik.

Herkesi bilmem ama bizim için çok kolay ekmek ve çok kolay hayat yoktu. Belki de bu yüzden kendi şartlarımıza göre en mantıklı yol asker olmasıydı. Hem hayatı kurtulacak hem devlete hem millete faydalı bir insan olacaktı. Biz de onunla her zamanki gibi gurur duyacaktık. İzmir Narlıdere'deki İstihkam Astsubay Sınıf Okulu'ndan mezun olup Samsun'a geldiğinde üniformasına ilk rütbelerini takmıştı. Samsun'daki tek katlı baba evine üzerinde ilk rütbeleri takılı üniforması ile geldiğinde, o daha 18 yaşına girmemiş olmasına rağmen koca bir adam olmuştu. Annem hem mavi gözlü paşam diyor hem de öpüp, kokluyordu. Doğrusu annemin hasreti çok büyümüştü, içine sığmıyordu. Belki de bu yüzden mavi gözlü paşasının kokusunu ciğerlerine nefes nefes dolduruyordu. O koku gerçekti, evlat kokusuydu, ciğerlerinden hiç çıkmasın istiyordu. Mavi gözlü paşasına dokundukça mutluluktan kelebekler gibi uçuyordu…

Annem mavi gözlü paşam dedikçe, annemin mavi gözlü paşasının gözlerinin içi gülüyordu. Annem mavi gözlü paşasına, mavi gözlü paşası da anneme tutkuyla bağlıydı. Hangi anne evladına tutkuyla bağlanmaz ki? Annemin mavi gözlü paşası kıta görevine başladıktan sonra tatiller kısa sürüyor, yıllar çabuk geçiyordu. Yıllar geçtikçe hasret artıyor, özlem büyüyordu. Ama kavuşmaların sıcaklığı, buluşmaların mutluluğu ve sevinci hiçbir şeyde yoktu.

İlerleyen yıllarla birlikte annemizin mavi gözlü paşası evlenmiş bir de kız çocuğu babası olmuştu. Ama annem için mavi gözlü paşası hep aynıydı. Annemin yüreğinde mavi gözlü paşasına doyamama korkusu bir çivi gibi çakılıydı. Nedenini bilemediği bir doyamam korkusuyla yıllarını sessizce geçirmişti. Nerede olursa olsun, sağ olduğunu bilmek her şeye rağmen en büyük tesellisiydi. Belki de annelik içgüdüsünün bir sonucunu yaşıyordu kendine özgü duygusal dünyasında tek başına. Biz erkeklerin anlamakta zorlandığı anne olmak belki de buydu diye düşünmeye başladığımda, annemin mavi gözlü paşası olmanın ne demek olduğunu çok daha iyi anlamaya başladım.