Annemin mavi gözlü paşası sıla özlemiyle, gurbet gurbet gezerken yıllar da su gibi geçiyordu. Baba evinden ayrılışından sonra İzmir, Afyon, Adapazarı ve Kars görev yaptığı ve ikamet ettiği yerler olmuşu. Kimseyi kimseden ayırmamış, kimseyi kimseden farklı görmemişti. Herkes onun gözünde ayrımsız insandı, ayrı bir değerdi. Hiçbir görevden kaçmamış, şark görevine geldiği için hiç üzülmemişti. Kars, iklimi sert, şartları zor bir şehirdi ama görevden kaçmak olmazdı, sonuna kadar görevini yapacak, şarkını tamamlayıp gidecekti. Hayali hep Samsun üzerine kuruluydu. Kimseyle bir alıp veremediği, sevgisizliği, saygısızlığı, düşmanlığı yoktu. Lojmanlarda değil, Kars'ın mert ve dürüst insanları ile komşuluk yapıyor, aynı mahallede oturuyordu. Komşularının etnik kökeni, dünya görüşü ile ilgilenmiyor, hepsini yürekten seviyordu. Merhameti, yardımseverliği ile gönüllerde taht kurmuştu. Görev yaptığı kışlada kimilerine meslekte ağabey, kimilerine kardeşti sadece komutan ya da ast olmadı. Kars'ta görevi bitmek üzereydi, artık gün sayıyor, tayinlerin açıklanmasını evdeki eşyalarını toplayarak bekliyordu. Zaten evindeki eşyalara eşya da denmezdi, taşınmaktan hepsi neredeyse bir hurda yığınına dönmüştü. Yine de hepsi onun için değerliydi. 10 ay önce taksitle Lada marka bir otomobil satın almıştı. İlk kez kendi adına kayıtlı bir aracı olmuştu. Taksitleri bitince eşyalarını yenilemeyi düşünüyordu.

O şark görevinin sonuna gelmişti ama bölgede özellikle kırsal alanlarda bölücü terör hortlamış, bölücü hainler, insanların arasına nifak tohumları ekmeye başlamıştı. O yıllarda (1992) ülkeyi yönetenlerin üç beş çapulcu olarak tanımladıkları bir terör örgütünün mensupları yaptıkları bu kanlı eylemlerle adlarını duyurmaya ve korku salmaya başlamıştı. Köylerde sivil insanları katleden ,askerleri pusu kurup şehit eden bir terör örgütü, Türkiye'nin ve Türk milletinin başına tam anlamı ile bela olmaya başlamıştı. Bu öyle bir bela idi ki sadece hain değil aynı zamanda kalleşti. Kalleş oldukları için masum ve savunmasız insanları tek tek öldürmeyi tercih ediyorlardı. Kolay lokma peşinde idiler. Şehirlerde adamları, kırsalda sığınakları vardı. Kimi korkudan, kimi isteyerek bu bölücü hareketin peşinde koşmaya başlamıştı. Kars ve çevresi, bu bölücü hareketin yuvalanmasına müsait yerlerden birisiydi. O yıllarda bölgede teröristleri barındıran azınlıkta, tepki gösteren çoğunlukta olduğu için yaşam normal seyrinde devam ediyordu, en azından gündüzleri durum böyle idi. Herkes gibi askerlerin de insan hakları vardı. İnsan haklarının içerisinde yaşam hakkı elbette en kutsal olanıdır.İnsanlar yaşarken eğitim, sağlık ve seyahat hakkı gibi haklarını da kullanırlar. Bundan daha doğal bir şey yoktur. İnsan olmak, insanca yaşamayı teşvik etmek, insanca yaşamayı hazmetmek ve bu haklara sahip çıkmakla olur. Hiç kimse sokağa çıkmaz, hiç kimse seyahat etmez, hiç kimse okula gitmez, hiç kimse sağlık hizmeti almazsa meydan korku salan hainlere ve bölücülere kalır ki istediklerini başarmış olurlar. Hainliklerden, kalleşliklerden ve pusulardan herkesin korkması doğaldır. Bu korku korkaklık anlamında bir korku olarak düşünülmesin. Tedbirler korkaklıktan değil, korkulanların yaşanılmaması içindir.

İlhan Astsubay, Naci Astsubay, Erkan Astsubay ve Mustafa Astsubay bölgenin hassasiyetini elbet de biliyordu. Ama hiç bu kadarını beklemiyorlardı. Çünkü onlar hiçbir operasyonda görev almamışlar, hiçbir çatışmanın içinde olmamışlardı. Böyle bir görevleri yoktu. Zaten diğer mesai arkadaşları olan subay ve astsubaylar da aynı şekilde normal yaşamlarını sürdürüyordu. Normal zamanlarda, normal ortamlara girip çıkıyor, halkın içinde yaşıyorlardı, kimse ile bir husumetleri, kimse ile paylaşamadıkları herhangi bir şey yoktu. Bu yüzden özgüvenleri yüksekti, kimseye bir kötülükleri ve yanlışlıkları da yoktu ki. Bölge insanını hem seviyorlar, hem de bölge insanından kötülük beklemiyorlardı. Çünkü onların mertliklerine güvenleri tamdı.

Düşünsenize gurbettesiniz misafir sayıldığınız o yerlerde birilerinden niye kötülük bekleyeceksiniz ki, üstelik siz kimseye kötülük yapmamışsınız… Kötülük beklemek normal yaşamın doğal akışına aykırı olmaz mı? Herkesten kötülük bekleyerek hayat normal yaşanır mı? Hiç kimselere en küçük bir kötülük dahi düşünmeden yaşadılar... Hiçbir kötü kelime onlara yakıştırılamaz,yakıştırılmadı da…En saf, en temiz halleriyle hayatın içinde oldular. Arkadaş olan 4 astsubay o gün aynı sivil otomobilin içerisinde sivil kıyafetle Doğubayazıt'tan Kars'a dönüyordu. Gece değildi, karanlık yoktu, her taraf aydınlıktı. Iğdır'a çok az kalmıştı. Ağrı Dağı eteklerinde bulunan Pamuk Geçidi mevkiinde seyir halinde idiler. Bölgede yaşanan her türlü kalleşliğe rağmen onca kalleşliğin arasında savunmasız kaldıklarını bilmiyorlardı. Pamuk Geçidi'nde terör örgütü mensupları yol kesmişti. İster eşkıyalık deyin, ister hainlik deyin ama alçaklık en uygunu, en doğrusu, alçak olmayan yol kesip, sivil ve silahsız insanlara vahşice saldırıp onları katleder mi?