Eğer kelimenin ve mananın özüne ineceksek, 'muhacir' Hazreti Peygamber'dir, Hazreti Ebubekir, Hazreti Osman, bilahare Hazreti Ali ve diğerleridir. Diğerleri İslamın ilkleri ve en seçkinleri. Gidişleri ise bir kaçış değil bir stratejik karar. Bir cihada hazırlık ve terk edilen yere er veya geç mutlaka geri dönmek hem de tebliğ ettikleri dini kabul ettirerek.

Ben kendi ülkesindeki savaştan kaçanı ve hiçbir evrensel mesajı taşımayanı ebedi nurun temsilcilerinin sıfatıyla sıfatlandırmayı doğru bulmuyorum. O sıfat harcıalem bir sıfat değildir. Onları 'muhacir' kabul etmek aynı zamanda kendimizi de Mekke'nin gücüne meydan okuyan 'ensar' payesi vermektir ki bu da haddimiz ve hakkımız değildir.

Ülkemizdeki 3 milyonu aşkın Suriyelinin her geçen gün daha da büyüyen sorunlarına çözüm ararken, öncelikle 'ensar' ve 'muhacir' kavramlarının asli manasının dışına çıkmamak ve olaya günümüz gerçekleri çerçevesinde yaklaşmak zorundayız. Mesele İslamiyetin tebliği gibi ilahi ve ulvi bir meseleden çok bölgesel aptallıkların, nefretlerin ve elbet de emperyalist emellerin doğurduğu sosyal, siyasal, ekonomik ve kültürel bir meseledir.

Meseleyi 'ensar' ve 'muhacir' kavramlarının evrenselliği ve kutsiyetinde ele alamayacağımız gibi, biz Türklerin altmış yıllık Almanya macerasıyla da kıyaslayamayız. Altmış yıl önce onların işçiye bizimse işe ihtiyacımız vardı. Onlar çağırdı biz de gittik. Biz iş seçtik onlar işçi seçtiler. Onlar bizim emeğimize muhtaçtılar biz de onların istihdamına. Biz emeğimizi verdik onlar da emeğimizin karşılığını ödediler hatta yeterince ödemediler bile. Altmış yıl geçti ve hala entegrasyon yani bizimkilerin Alman toplumuyla uyum sorunu var. Suriyelilere gelince, bizim ne onların iş gücüne ihtiyacımız var ne de ekonomimizin onların mali sorumluluğunu karşılayacak zenginliği söz konusu. Ekonominin zenginliği ile desteklenmeyen gönül zenginliğinin ne sahibine hayrı dokunur ne de o zenginliğe muhtaç gariplere.

Suriyeliler konusu, öncelikle bir insani konudur ama aslında bu ülke ve bu millet için ondan da önce ve öte bir gelecek sorunudur. Kalifiye hukukçular, doktorlar, öğretmenler varmış! Onlar ülkeye katma değer sağlarmış! 'Kendisi himmete muhtaç bir dede/ Nerede kaldı gayrıya himmet ede' diye bir söz var ya, halimiz tam da budur. Üç yüz binden fazla öğretmenin atama beklediği, 130 civarında hukuk fakültesinin her yıl mezun verdiği ve bir süre sonra işsiz hukukçular rekorunun kırılmasından korkulan bir ülkede; Suriyeli hukukçu ve öğretmenlerden medet ummak akıl karı değil.

'Toprağı bizim toprağımızın yarısı kadar ama nüfusu bizden kalabalık Almanya' da iyi bir örnek değil bizim için. Doğru, toprağı bizim topraklarımızın yarısı kadar, doğru nüfusu bizden fazla; ama atladığımız bir nokta var: Almanya dünyanın beşinci büyük ekonomisi bizse on yedinci sıradan on sekizinci sıraya gerilemiş bir ekonomiyiz.

Bir de Ahıska Türkleriyle kıyaslanmaları var Suriyelilerin. 'Onları nasıl aldıysak bunları de öyle alabilirmişiz, hatta almalıymışız!' El insaf! Bir tarafta bin üç yüz civarında Ahıska Türkü öbür tarafta şimdilik üç milyon olduğu söylenen Suriyeliler. İkisi nasıl mukayese edilebilir?

Suriyelilere vatandaşlık verilmesi konusu şu veya bu partili vatandaşların değil bu ülkede yaşayan ve devlete vatandaşlık bağıyla bağlı olup bu millete mensubiyet şuuru ve gururu taşıyan herkesin ortak sorunudur ve çözümü bir ortak iradeyle mümkündür.