n

n

n Daha önce de yazmıştım büyük torunum Gökbörü’nün yıllar önce, henüz beş altı yaşında bir çocukken bana verdiği mutluluk öğüdünü. Televizyonda dile gelen bir deli saçmalığına tam da delilendiğim bir anda bakmış yüzüme ve çocukluğun tüm samimiyeti ve safiyetiyle “Dedeciğim, sana bir şey diyebilir miyim” diye sormuştu. İzni alınca da “Dedeciğim, mutlu olmak istiyorsan okumayı bırak” demişti. Ben şaşkın bakarken yüzüne o, “Şimdi sen okuyorsun ya, okuduğun için yanlışları biliyorsun, bildiğin için de kızıyorsun. Okumazsan yanlış olduğunu bilmezsin, bilmezsen de kızmazsın” diye devam etmişti akıl vermeye.

n

n “Çocuk haklı” demiş geçmiştim, meğer değilmiş, çağın aklıymış ve doğruymuş. Okumak ve bilmek ve de isyan etmemek! Mümkün mü? Ve hele de insan “toplumsal sorumluluğun” söz konusu olduğu bir meslekte ya da konumdaysa. “Aydın sorumluluğu” ya da “aydının kendi kendini huzursuz etme hastalığı” bir uydurma değilse eğer ve bu millet birilerinin sövmeyi marifet bellediği son doksan yılında köyden kente taşınmış ve evlatlarını okutmuş makam, mevki ve ilim sahibi yapmışsa; o insanların evlatlarının tarihe karşı sorumluluğu yok mu?

n

n Çağını doğru anlamak ve yarına bugünden sağlam projektörler tutmak sorumluluğundan bahsediyorum. Toplum mühendislerinin estirdiği rüzgara yelken açan ve meçhule sürüklenen avam aklından değil rüzgarın nereden, niye, nasıl estiğini ve o rüzgar önünde şaşkın sürüklenen tekne yolcularını hangi akıbetin beklediğini bilgiyle görebilen, inanç ve imanla seslendirebilen aydından bahsediyorum. Toplumun bugün her zamankinden daha fazla muhtaç olduğu ve ne yazık ki her zamankinden çok daha az gördüğü/görebildiği aydın tipini dile getirmeye çalışıyorum. Heyhat, bilmesi gerekenler bilmiyor, bilmeyenler konuşuyor ve daha da kötüsü az sayıda bilenin büyük çoğunluğu da susuyor ya da susturuluyor. “Kör olası hanede evlat ü ayal var” söz tarihimizden bize kötü bir miras.

n

n Bilmeyenin mutluluğuna hasretim. Beynimi boşaltmak mümkün olsa boşaltacağım. Kendi kaderinin sahnelendiği devletlerarası bir oyunda milletin kaderinin şekillendirilişini, belki de kimliksizleştirilişini set dışından ilgisizce seyretmek ve de mutlu olmak bana göre değil. Endişelerim var hem de alabildiğine yoğun endişeler. Osmanlı’nın son iki asrı hep gözlerimin önünden gitmiyor bir türlü. Üstadın ifadesiyle “Bir katran kazanı” misli beynimde; kaynıyor, kaynıyor, taşıyor, dökülüyor ve beynimi oyuyor. Bir cihan imparatorluğunun hangi gafletlerle ve hangi tavizlerle nasıl parçalandığını ve tarih sahnesinden nasıl silindiğini biliyorum ve tarihin tekerrüründen korkuyorum. Aptallar, deliler ve de cahiller korkmazmış! Ben korkuyorum; kendi adıma değil, devletim adına, ülkem adına, milletim adına korkuyorum. Ve ülke içi ve ülkelerarası toplum mühendislerinin ve onların kimi gönüllü kimi zorunlu destekçilerinin tüm tatlı söylemlerine rağmen korkuyorum ve mutsuzum.

n

n Dünyanın yeniden şekillendiği, bölgemizdeki rejimlerin ve sınırların yeniden çizildiği ve biraz ağır olacak, biraz can yakacak, yürek burkacak ama söylemek zorundayım ki İslamın gayrı İslam mahfelerde yeniden formatlanması için dev projelerin yürütüldüğü bir ortamda hem bunları bilmek hem de mutlu olmak mümkün mü? Bana göre değil ve ben onun için mutsuzum. Sanıyorum; benim gibi milyonlarca mutsuz var ve ne yazık ki onların mutsuzluklarını benim gibi dile getirme şansları yok. Ah o sessiz yığınlar, ah o suskun mutsuzlar, ah onlar! Onlar, onlar, onlar… Dert de onlar da derman da…

n