Hep en son öleni taşıdık manşetlere ya da ekranlara şu kadar çocuk yandı, bu kadar madenci öldü diye. Kimimiz fıtrata hamlettik beşerin ihmalini kimimiz tedbir noksanını “takdir-i ilahi” kavramının itiraz edilmez kutsallığı ile geçiştirdik. Bedenimiz yasaların cezasından kurtulurken vicdanımız acaba hangi cezaların cenderesindeydi hiç bilmedik, hiç sormadık bile. Vicdanlarımızı yitirmeseydik evlatlarımızı yitirir miydik?

Biz vicdanlarımızın öldüğünü hiç bilmedik, bilemedik, aklımıza bile getirmedik. Aklımıza getirseydik anlardık vicdanlarımızın hangi çıkar kavgasında ilk yarayı aldığını. O ilk yaradır vicdanlarımızın kan kaybından ölüşünün sorumlusu. İlk kavga, mal için, makam için, para ve pul için yapılan o ilk kavga. Tüm ahlak kurallarının üç on paraya alınıp satıldığı meydanlardan bir tezgah kapmak uğruna birbirimizin vicdanına ve ahlakına acımasızca bıçak salladığımız, kurşun sıktığımız o kavganın sonucudur bugün masumların yanması, kavrulması. Eğer biz vicdanlarımızı yakmasaydık onlar yanmazdı.

Ayşe ya da Fatma, Ahmet ya da Mehmet, adlarının ne olduğu ne fark eder ki, onlar bizim kurbanlarımız. Onlar bizim kural tanımazlığımızın, onlar bizim sorumluluklarımızı umursamamızın kurbanı. Evet, suçlusu biziz yanan her sabinin, toprağa gömülen her emek sahibinin. Eğer biz, kontrolleri adam gibi yapsaydık, eğer biz tedbirleri zamanında alsaydık, aldırsaydık ve de almayan ocakları, almayan yurtları kapatsaydık, ne Ahmetler toprağa gömülürdü ne de Ayşeler hayatlarının ilkbaharında yanar kavrulurdu.

Zor ama eğer hala bir parçası kaldıysa göğüs kafemizde vicdan denen erdemin onu yeniden sarıp sarmalayıp çoğaltabilir ve yeniden hayatımıza bir şekil verebiliriz. Kanunun “sen görevini yerine getirmedin” diyerek ayağa kalkmasından önce biz kendi içimizdeki son kırıntıyı ayaklandırıp “ben görevimi yerine getiremedim, onun için de yerimi bir vicdan sahibine, bir sorumlu ahlak ve erdem sahibine bırakıyorum” dediğimiz gün; biz yeniden millet, biz yeniden ümmet oluruz. Ve biz insanlık aleminin herkesin saygı duyacağı bir mensubu oluruz. O makam bize çok yakışır ama bir şartla, önce vicdanımızı kaybettiğimiz yerde yeniden arayıp bularak ve yeniden kendi erdemlerimizle donanmak kaydıyla.

Çocuklara ağlayacağız, ama aynı zamanda kendimize de ağlayacağız. Yanan sadece yavrularımız değil vicdanlarımız onlardan önce yanmış ve ölmüştü. Vicdanlarımız ölmeseydi yavrularımız yaşıyor olacaktı.