21 Ocak 2016 tarihli 'Dün Eleştiriyordum Bugün Destekliyorum' başlıklı
yazımı 'Bu hükümetin dünkü 'açılım' politikasını yanlış buluyor ve
şiddetle eleştiriyordum. Bugünkü 'kamu düzenini sağlama' politikasını
ise doğru buluyor ve 'sonuna kadar gitmek şartıyla' sonuna kadar
destekliyorum. Bu vatan da bu millet de bu devlet de bizimdir ve bu
mücadele vatan, millet ve devlet mücadelesidir' diyerek bitirmiştim.
Oradaki kilit ifade 'sonuna kadar gitmek şartıyla' ifadesiydi. Dün
devlet düşmanı ayrılıkçı eşkıyanın teslim alınmadan muhatap alınması
ne kadar yanlıştıysa bugün de 'kamu düzenini sağlama' operasyonunda
'sonuna kadar gidilmeden, son fare son tünelden çıkarılmadan, son dağ
başı son eşkıyadan temizlenmeden' yarı yoldan dönülmesi ondan da büyük
bir hata olur. Bunca şehit kanı, henüz toprağa sızmamışken, eşkıya
tarafından 'geri çekilme/yenilme' gibi algılanacak ve onun daha da
küstahlaşmasına yol açacak bir duraklamanın maliyeti, çok yüksek olur.
Yıllar önce' dış politika, danışman aklıyla yürütülemeyecek kadar ciddi
bir iştir' diye yazmıştım. Arşivi, dolayısıyla hafızası ve belki
onlardan da önemli olarak kendine has dili olan bir kurumdur Hariciye.
İnsanların ne dediği değil ne demek istediğidir o lisanda asıl olan.
Ne yazık ki, zaman tıpkı çözüm daha doğru ifadesiyle çözülme sürecine
itirazlarımızda olduğu gibi bu konudaki uyarı ve itirazlarımızda da
bizi haklı çıkarmıştır.
Benim kanım hiç ısınmadı, gözüm bir türlü tutmadı, onun o müstehzi
tebessümünü ve çok kolay gözyaşlarını hiç samimi bulmadım. Birkaç gün
önce bir televizyon kanalında yaptığı günah çıkarmalara da aynı
duygularla baktım. Daha düne kadar 'AK Parti'nin abisi/AK Parti'nin
vicdanı' gibi ifadelerle tanımlanan, TBMM Başkanlığı, başbakan
yardımcılığı ve hükümet sözcülüğü gibi son derece önemli makamlarda
bulunan Bülent Arınç'tan bahsediyorum. Katolik nikahındaki o cümle çok
hoşuma gider. Hani şu 'itirazı olan şimdi söylesin. Yoksa sonsuza
kadar sussun' mealindeki söz var ya o. Ya şimdi ya da hiçbir zaman.
Adamlık, hele de dava adamlığı bu olsa gerek. Ama o eski yol
arkadaşları/eski küçük kardeşleri tarafından 'dostu satma/kendisine
makam veren eli ısırma' olarak algılanan/tanımlanan o açıklamasında
bir bölüm var ki katılmamak mümkün değil:
'Dış politika konusu özellikle Rus uçağının düşürülmesinden sonra çok
önem kazandı. Dış politikamızda da global anlamda da yeniden bir
değişikliğe ihtiyacımız var. Ortadoğu ülkeleriyle ilgili tavrımız,
böyle bir şeyi gerekli kılıyordu. Ama meydan mitinglerinde hamasetle
dış politika olmaz. Devletlere destur vermek doğru değil.'
Rus uçağı düşürüldüğünde birçok aklı evvel 'olayın ekonomik maliyetini
hesaplama' derdine düştüğünde de 'ekonomik kayıp bir şekilde telafi
edilir, telafi edilmezse de sineye çekilir ama ya Ruslar milli
gururumuzu kırmaya yönelik bir harekete kalkışırlarsa ne yaparız?'
demiştim. O kararı kim aldı, ne zaman ve nasıl aldı ve kim hangi emir
ya da yetkiyle düşürdü, bilmiyorum, bilmek de istemiyorum. Ama
Rusların yarayı kaşımaya devam etmesinden endişe duyuyorum.
Zaman kısır çekişme zamanı değil. Zaman sistem tartışma zamanı değil.
Zaman en kısa sürede ve tüm başka hesaplardan arınmış olarak şu her
geçen gün biraz daha derin bataklıklara sürüklenen dış politikayı, tam
bir milli mutabakat çerçevesinde ele alma zamanıdır. Dış politikadaki
gelişmeler, içerideki milli birlik ve bütünlük sorunumuzu doğrudan
etkileyecektir.