Yıllar önce bir kere karşılaşmıştık. Yasaklı günlerinde ben bir
arkadaşımla Tuzla'ya Süleyman Demirel'i ziyarete gitmiştim, bir süre
sonra da o babasıyla geldi. Yanlarında Jak Kamhi ile oğlu Jefi Kamhi
de vardı. Bir saatlik bir sohbet oldu; daha doğrusu Demirel konuştu
bizler dinledik.
O, dün Hakk'ın rahmetine kavuşan Mustafa Koç'tu. Erol Toy'un
'İmparator' romanı gençlik yıllarımızda çok popülerdi; kitabın
kahramanı 'imparator' unvanlı Vehbi Koç, onun dedesiydi. Erol
Toy'un Rahmi Koç'a olan özel 'husumetinin mi' yoksa 'holdingler arası
bir kavganın mı' ürünüydü o kitap, çok spekülasyon yapılmış ama bir
karara varılamamıştı.
Koç ailesini birçok yönden eleştirmek de övmek de alkışlamak da
taşlamak da mümkün. Fakat bir tarafları var ki o taraflarına söz
söylemek hem mümkün değil hem de bugüne kadar o taraflarına laf
söyleyen de olmadı. Onlar zenginliklerini teşhirden hep kaçındı.
Onlar zenginliklerini sonradan görmüşlerin toplumun gözüne sokma
edepsizliği ve kabalığından hep uzak kaldı. Servetlerinin onlara
sunduğu zenginliği, Türk toplumunun temel değerler sınırı olan 'dört
duvar arasına hapsetmeyi' başardılar. Nice sonradan görme ve yeni
yetme zengin şımarıklığının toplumun değer ölçülerinde açtığı yaraları
gördükçe eskilerin, o 'güngörmüş ailelerinin' önemini daha iyi
anlıyorum.
Bizim gençliğimizde 'iyi insan iyi vatandaş' olmak eğitim ve öğretim
kurumlarının temel hedefiydi. Adab-ı muaşeret(görgü kuralları)ise
toplumun olmazsa olmazıydı. Gerçi bunun kendi kurallarından kopup
züppeliğe kayışı da söz konusuydu ama toplumun büyük kesimi adap ve
edep konusunda çok hassastı. Yolda adam gibi yürümekten, bir büyüğe,
bir hanımefendiye, bir genç kıza davranışa ve hatta şimdilerde artık
kimsenin pek umursamadığı sokak temizliğine kadar hemen her hususta
insanların uymak zorunda oldukları kurallar, hem gençlere ısrarla
öğretilir hem de uygulanması toplum tarafından dikkatle takip
edilirdi.
Osmanlı'da bahçe duvarları; hırsızlığa karşı bir engel değil yoldan
geçenlerin nefsinin evdeki sofraya akmaması için bir tedbirdi. Bizim
gençliğimizde sokakta bir şey yenmesinin ayıplanması Allah'ın verdiği
nimete saygı kadar yiyemeyen/yiyemeyecek durumda olanlara saygıdan da
kaynaklanırdı. Dün lokantaların cam kenarlarına sırf bu duygularla
oturmayan dedelerin torunları olan -ve aralarında benim de bulunduğum-
bizlerin şimdilerde cam kenarlarında taamların en lezzetlisini gelenin
geçenin gözü önünde midemize indirmemiz, artık hiç de yadırganmıyor.
Zaman bizleri de davranışlarımızı da değiştiriyor.
Başta da dediğim gibi Koç ailesi benim için 'sadeliğin' en azından
toplum önünde öyle görünmenin timsalidir. Bu yönlerinin yeni yetme
zenginlere örnek olmasını diliyor ve merhum Mustafa Koç'a da bu
vesileyle rahmetler diliyorum.