Sayın Cumhurbaşkanı Yenikapı'da halka şöyle seslendi:
Gazi Mustafa Kemal 1920 yılında İstanbul ve İzmir başta ülkenin büyük bölümü işgal altındayken 'Milletimiz çok büyüktür. Hiç korkmayalım, o esaret ve zillet kabul etmez. Fakat onu biraraya toplamak ve kendisine 'Ey Millet! Sen esaret ve zillet kabul eder misin?' diye sormak lazımdır.' demişti. Ben de bir kez daha soruyorum, Gazi'den 96 yıl sonra aynı soruyu soruyorum:
Ey Millet! Sen esaret ve zillet kabul eder misin?
Bu sözler beni çok heyecanlandırdı. Devamını bekledim ama gelmedi. Keşke Türkiyem benim ülkem şeyhler, dervişler, müritler ülkesi olamaz da diyebilseydi. Gazi bunu da söylemişti çünkü. Kendini sultan veya halife ilan edebilecekken cumhuriyet demişti. Saltanatı da halifeliği de ortadan kaldırdı. Gerçek anlamda demokrasiye geçebildi mi? Hayır. Niye? Çünkü o zamanın şartlarında saltanat yönetiminden çıkmış ve ezilmiş bir halk vardı. Rehbere, vasiye ihtiyaç duyuyordu. İki kez çok partili hayata geçiş denemesi de yapıldı ama kurulan partiler yine şeyhler, müritler, dervişler etkisinde cumhuriyet öncesi orta çağ karanlığına gidiş provaları yapacak oldular, Gazi'ye suikast bile planladılar ama derslerini aldılar.
Olmadı, çok partili hayata geçilemedi. Şimdi de geçmiş sayılmayız. Demokrat Parti'den sonra da belli vasilerin girişimleriyle ve maalesef demokrasi dışı karanlık fikirlerin sızmalarından kurtulamayan, kadro partileri kurulabilmiştir ancak.
Kitle partisi kurma şartları oluşalı epey oldu ama bunu yapamıyoruz. Çünkü çıkar ilişkileri, karanlık fikir sahipleri, iktidar hırsına tutulmuş egosu yüksek olanlar kitlelerin denetiminden kaçabilmek için her yolu deniyorlar. Demokrasimiz vesayet baskısından kurtulamadı. Ama kurtulacak inşallah! 15 Temmuz sonrasında halkın demokrasi adına verdiği mücadelenin günlerce süren görüntüleri o noktaya geldiğimizi açıkça göstermektedir.
Günümüzde halk, sivil toplum kuruluşlarıyla örgütlenmiş durumdadır. Bütün sivil toplum kuruluşları halkla elele sürekli bilgi ve fikir alışverişi içinde. Dolayısıyla memleket sorunlarının çözümü konusunda halk, bu yolla kesintisiz bir eğitim sürecindedir. Bu durum, demokrasimizin tabandan hareketle gelişeceğinin göstergesidir. Ülkemizde bu zamana kadar görülemeyen kitle partisi de kanaatimizce halkın bu konumundan hareketle kurulabilir. Halkın sivil toplum kuruluşları ile iletişim halinde oluşturduğu doğal eğitim sürecine ülkemizin bütün aydınlarının ve alan uzmanlarının destek olması gerektiğini düşünüyorum. Ama görüyorum ki medyada, ekranlarda göz önünde olan hep belli kişiler ve bu konuya hiç değinmiyorlar. Belli adamların sıkıcı yorumlarıyla halkın bunaldığını gelen tepkilerden anlıyorum. Konuşulanlar hep aynı. Terör, FETÖ, Amerika, Rusya, Cia, itirafçı beyanatları…vb. içi boş tartışmalar.
Halkın beklentilerini aday adayı olduğumda çok iyi gördüm: Sivil toplum mensupları bana dediler ki 'Nasıl bir siyasetçi olacaksın? Gelip bize nutuk atıp gidecek misin yoksa bizi dinleyip dertlerimize çare arayacak bulacak ve sunacak mısın?' Söz dedim, sivil toplum kuruluşları benim akıl hocalarım olacak, halk ne diyorsa o! Ama seçilmek nasip olmadı, lakin bulunduğum bölgede bana bu soruyu yönelten hiçbir sivil toplum mensubuyla temasımı kesmedim. Memleket sorunlarını hep onlardan dinliyorum, bütün siyasetçilere de bunu öneriyorum. Partilerin üyeleri sivil topluma iyice yaygınlaşır ve kararlar, kitlelerin ortak iradesine dayandırılırsa, bizim demokrasimizi hiçbir örgüt, istihbarat servisi, üst akıl; şeyh, derviş, mürit… ortadan kaldırma provası dahi yapamaz.
Kitle partileriyle güçlenmek istiyor millet, sivil toplumla demokrasi diyor!