Sayın Başbakanımız, Diyarbakır İl Kongresindeki milletine seslenişiyle aklı başında olan herkesin yüreklerini titretti. Tevhit ve vahdet derken, salon inim inim inledi sanki. Birlik, beraberlik, kardeşlik içinde yaşamamız Allah’ın kullarından isteği olduğu yankılanıyordu dudaklarından. Kürt, Türk, Laz, Çerkez…Alevî, Sünnî… birdir, kardeştir ve böyle düşünmek Allah’ın emridir fikrini hissettirdi dinleyenlerine, kutluyorum. Haklılığı, bu sözcüklerin anlamları iyi değerlendirilince açıkça ortaya çıkıyor zaten.
Tevhit sözcüğünün birinci anlamı bir kılma, bir etme, birleştirme, birleştirilme; ikinci anlamı bir sayma, bir olarak bakma, birliğine inanma üçüncü anlamı Allah’ın birliğine inanma; dördüncü anlamı da laihahe ill Allah sözünü tekrarlamadır. Ehl-i tevhîd de Allah’ın birliğine inananlar demektir.
Vahdet ise teklik, birlik, yalnızlık anlamlarındadır ve tasavvuf felsefesine göre Allah’a yakınlık, Allah’a ulaşma anlamlarına gelir. Vahdet-i vücut da varlığın tek oluşu demektir. Varlık yokluğa karşı tektir, Allah’tır. Evrende her şey Allah’ın (varlığın) görüntüsüdür.
Edebiyat derslerinde tasavvuf felsefesini öğrencilerimin kolay anlamasını sağlamak için şu örneği verirdim hep: Su hayatın olmazsa olmazıdır ama görüntüde kar olur, buz olur, buhar olur. Karın da buzun da buharın da özü sudur. İçi yananın hararetini dindiren su, kar buz olunca tedbirli olmazsak bize kötülük edebilir. Kayıp düşmemize, trafik kazası geçirmemize neden olabilir. Aşırı buharlaşınca rutubeti artırır, çeşitli hastalıklara neden olabilir. Çok kaynayınca bizi yakabilir. Hayat kaynağı su, görüntüsündeki değişimle nasıl acı ve ölüm nedeni olabiliyor? Öyleyse düşünün evrendeki bu gerçeği. Kar, buz, buhar nasıl özüne yani suya dönüyorsa, bütün aldatıcı görüntüler mutlaka asıl varlığına dönecektir.
“İnna lillah ve inna ileyhi raciun”, ondan geldik ona gideceğiz. Öyleyse çatışma niye, kavga niye; niye akıyor Allah birdir diyenlerin ülkelerinde bu kan, üstelik Allah u Ekber diye diye? Dünyada estirilen İslamofobi rüzgârı niye? Allah aşkına, millet aşkına düşünelim bir, başımızı iki elimizin arasında sıkıştıralım da düşünelim. Düşünceleri, inanışları, uygulamaları suyun donması misali özü değişmiş farklılıklar kabul edelim. Karlı havada kar lastiği taktığımız gibi farlılıklara da hoşgörü gözlüğü takarak bakalım. Farklılıkları bahane ederek savaşmak, kara dönüşmüş suyla “ Kahrol kar!” diye diye çatışma mantıksızlığı değil mi? Özde birsiniz ama tarih içinde oluşan şartlarla düşüncede, inançta, konumda farklılaşmışsınız; bu yüzden de çatışacaksınız. Olacak şey mi bu?
Kalkınmak isteyen her ülke, farklılıklardan güç oluşturur, özde birliğe yürürcesine barış ve huzur içinde yaşar. Bunca acı, kan, gözyaşı böyle düşünmemiz için yeterli ders olmadı mı bize? Önceki yazımda da belirttiğim Vebal romanımın sonunda vurguladığım gibi “Mutlaka barış kültürünü üretmeliyiz, yoksa…”
Lütfen üç noktanın bıraktığı boşluğu doldurmayalım. Çevresine aldığı bilim adamlarıyla bilimsel değerlendirmelerin ışığında yeni Türkiye sevdasıyla ilerleyen akademisyen Başbakanımızın, dilinden düşürmediği tevhit ve vahdet kavramlarını iyi değerlendirelim birliğe, kardeşliğe yürüyelim; özümüze yürüyelim!