Türkiye’de bazıları “Türk olmamak” daha doğrusu her şeyiyle Türk
olduğu halde “Türk kalmamak” için adeta çırpınıyor. “Türküm”
diyemiyor. Sanki “Türk olmak” ayıp, daha da kötüsü sanki günah!
Kendi kimliklerini inkarları kendi bilecekleri iş. Ama inkarları
sadece kendi kimlikleriyle sınırlı kalmıyor “bu milletin” adını da
telaffuz edemiyorlar bir türlü. İmkan bulsalar, bu milletin adını da
inkar edecekler ama henüz yürekleri yetmiyor. “Türk vatandaşlığı”
yerine “Türkiye vatandaşlığı” gibi dünyada eşi olmayan bir ucubenin
bir adım sonrası “Türkiye milleti” gibi daha büyük bir ucubedir. Milli
kimlikten verilen her taviz yeni bir tavizin habercisidir. Bu tarihte
hep böyle olmuştur, günümüzde de böyle olmaktadır, eğer akıllar
başlara devşirilmez, milli ruh milli gaflete dur demezse; yarın da
böyle olacaktır.
Önce Osmanlıyı Türkten, Türkü Osmanlıdan soyutlamakla koyuldu işe
tarih ve milli kimlik inkarcıları. Çoğu saf ve iyi niyetli
vatandaşlarımız da bu tuzağa düştü. Osmanlı çok etnisiteli, çok dinli,
çok dilli ve çok hukukluymuş
El insaf! Osmanlı imparatorluk, hem Afrika, Amerika ve Avusturalya’nın
insansız coğrafyasında hüküm sürmüş sıradan bir imparatorluk değil;
Asya’nın, Avrupa’nın ve Ortadoğu’nun insan harmanlarında altı asır
hüküm sürmüş bir imparatorluk. Elbet onlarca etnik grup olacak onun
egemenliği altında; elbette hükmettiği coğrafyanın tüm inanışları
yaşayacak ve tüm dilleri konuşulacak o üç kıtaya yayılmış on beş
milyon kilometrekareyi aşkın topraklarda.
Bırak tebaanın durumunu, sen devlete bak. Hanedan Türktür, ulema
Türktür, asker Türktür ve dil Türktür. Şimdi birileri bu son
cümleyle beni vurmaya kalkacaktır ama boşuna zahmettir bu, Osmanlı
Türktür hem de her şeyiyle. Batılının gözünde o çağlarda Müslümanla
Türk özdeştir; Batılı ihtida edene(İslamiyeti seçene) “Müslüman oldu”
demez “Türk oldu” der.
Osmanlı Hanedanı şimdinin çakma Osmanlıcılarının hayal edemeyeceği
kadar Türktür ve Türklük bilincine sahiptir. Osmanlı sultanları
şecerelerini kendileri Oğuz Han’a bağlarlar. Sultan II. Abdülhamit’in
Selanik’teki sürgün günlerinde bahçıvana “Aptal Türk” diye çıkışan
saray görevlisine “Unutma ki ben de Türküm” demesi pek meşhurdur ve
pek yaygındır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun dili de Türkçedir. Delil mi istiyorsunuz;
alın size delil; Abdülhamit’in Kanun-i Esasi’sinin 18’inci maddesi:
“Tebaai Osmaniyenin hidematı Devlette istihdam olunmak için devletin
lisanı resmisi olan Türkçeyi bilmeleri şarttır.” Yani Osmanlı
vatandaşlarının devlet hizmetinde görev alabilmesi için “devletin
resmi lisanı Türkçeyi” bilmesi şarttır.
Yetmedi mi? O zaman bir de aynı anayasanın 57’nci maddesine bakalım
öyleyse: “Heyetlerin müzakeratı lisanı Türki üzere cereyan eder…”
Neymiş? Meclis görüşmeleri Türkçe yapılırmış, değil mi?
Osmanlı uleması da Türktür, Osmanlı ordusu da. Ordu’yu bir ayrı yazı
da ve hatta birkaç yazıda anlatmak gerek. Osmanlı ordusunda sadece
yeniçeriler etnik olarak Türk değildir ama onların dili de örfü de
kültürü de piri de Türktür. Balkanlar dan devşirilen Hristiyan
çocukları ocağa verilmeden önce üç dört yıl Anadolu’daki Türk
ailelerinin yanında kalır ve Türk örfünü öğrenirler. Ayrıca,
yeniçeriler öyle sanıldığı gibi Osmanlı ordusunun temeli falan da
değildir. Adları üzerinde kapıkullarıdır. Ordunun asli unsuru hep Türk
olmuştur. Tımarlılar, akıncılar ve leventler. Şanlı destanlar hep Türk
kanıyla yazılmış, vatan Plevne’den Çanakkale’ye karış karış Türk
unsuruyla savunulmuş, hep Türk kanıyla sulanmıştır. Bu şan ve şeref ve
bu acı bir yazıya sığmaz. Bunları da yazarız bir gün kısmet olursa.