Oktay Yenal’ın Ord. Prof. Dr. Ömer Celal Sarç’tan aktardığına göre
“Süveyş Kanalı’nın açılışından Birinci Dünya Savaşı’na kadar, kanal
yoluyla Yemen’e 2.7 milyon asker gönderilmiş, buna karşılık bu
askerlerden yalnız 300 bini aynı yönden geri dönmüştü. Kalanlardan bir
kısmı başka yollardan dönmüş bulunabilir. Fakat herhalde çoğu hiç
dönmemiştir.”
Yemen bize fersahlarca uzak, Yemen bize başka dünyalar kadar yabancı.
Biz Yemen’e değil Yemen’de kalan Mehmetlerimize ağlarız. Ne yazık ki
ve ne ayıp ki, o ağıtı da Türk şairi yazmamış, Türk bestekarı notaya
dökmemiştir. Sevdiğini koklayamadan Yemen’e gönderen ve ömrünü onun
geleceğini hayal ettiği günü bekleyerek tüketen, yavuklusu için
kınaladığı saçını o yolcusu hiç gelmeyecek yolu gözleyerek ağartan
genç gelinin ruh dünyasının isyanıdır “Orası Yemen’dir/ Gülü çimendir/
Giden gelmiyor/ Acep nedendir?” ağıt türküsü.
Ah Türk aydını; yeri geldiğinde hiç tanımadığın uzak diyarlara ağıtlar
yakan sen, kendi tarihine, kendi acına niye bu kadar yabancı, niye bu
kadar duyarsızsın? Ne Yemen’de kefensiz yatan Mehmet var senin
romanında, şiirinde, tiyatro ve sinemanda ne de Balkanlar daki Türk
katliamından bir zerre, o bir televizyon dizisinden ve bir iki
romandan, roman denemesinden maada. O Balkanlar ki tarihimizin en büyük
acısı. Bir rakama göre 542 bin, bir başka rakama göre 632 bin canımız
gitmiştir o yüz karası, namus lekesi savaşta. Ve canını İstanbul’a zor
atan bir milyon aşkını aç sefil muhacir de cabası.
Biz Balkan acısını da unuttuk. Hatta hiç öğrenmedik. “Türkler bunu
unutturmayacak bir edebi güce sahip değil. Hakikaten bunlar bunu
aşabilecek, bunu bir kine çevirebilecek, bir hafızaya döndürebilecek
bir milli edebiyata sahip değiller” diyen Ernest Renan ne kadar da
haklıymış.
Balkanlar da, Ortadoğu’da, Hicaz’da, Yemen’de, Trablus’ta, Galiçya’da,
Çanakkale’de hep bizler, biz Türkler öldük. Osmanlı serhatlere at
salarken de ölen bizdik, Osmanlı koca bir imparatorluğu terk ederken
de ölen bizdik.
Osmanlı’da gayrımüslimler askere alınmazlar, sadece cizye adı altında
bir miktar vergi öderler. Türkler serhatlerde can verirken onlar
çiftinde çubuğunda, onlar tezgahında işinin başında, servet
peşindedir. Osmanlı’da sadece gayrımüslimler değildir askerlikten muaf
olanlar, Müslüman İstanbul ahalisi de askerlikten muaftır.
Aynı şekilde Girit, İşkodra(Arnavutluk) vilayeti, Doğu Anadolu’daki
kimi kazalar, doğu vilayetlerinin Kürt nüfusu, Suriye, Irak ve Doğu
Anadolu aşireti mensupları da muaftır. Bosna da 1864’e kadar aynı
şekilde ayrıcalıklıdır. Osmanlı Dersim ve Lazistan’dan da -buralara
giremediği için- asker alamaz. Osmanlı, İstanbul açıklarındaki adalar,
Girit, Sisam, Taşoz, Hicaz, Yemen ve Trablusgarp il merkezleri,
Basra’ya bağlı Ahsa ve Halep’in Zor sancağından da asker almaz.
Karadağ sınırı ve Basra bölgesinde yaşayan belli aşiretler de
askerlikten muaftır.
Muafiyetler, aynı zamanda kişinin askere çağrıldığı andaki durumuyla da
ilgilidir. Din görevlileri(molla, imam, şeyh vb.), okul, medrese
öğrencileri, yargı mensupları, Mızıka-yı Hümayun üyeleri, sultanın
hizmetkarları ve isimleri Hazine-i Hassa’da ücretli hizmetkar olarak
kaydedilmiş olan saray hizmetkarları da belli ayrıcalıklardan
yararlanırlardı.
Bir de bedel-i şahsi(bedel) uygulaması vardır Osmanlı’da. Parası
olanın belli bir bedel ödeyerek kendi yerine başkasını
gönderebilmesine imkan veren ayrılacak! Hani şu “Yemen yolu
çukurdandır/ Sefer tası bakırdandır/ Zenginimiz bedel öder/ Askerimiz
fakirdendir” türküsünde yakınılan bedel var ya, işte o.
Garip Türk! O imparatorluk da bu cumhuriyet de o senin canınla, kanla
kuruldu. Malazgirt’te Anadolu’nun kilidini açan da sen, İstanbul’u
fetheden de sen, Çanakkale’yi savunan da sensin. İyi ki varsın ve ne
mutlu ki ben senin gibi bir muhteşem millete ve medeniyete mensubum…
NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE… DİYEBİLENE…
NOT: Muafiyetleriyle ilgili bilgiler Fransa Montpellier Üniversitesi
Tarih Bölümü Öğretim Üyesi ve Osmanlı, Türkiye ve Kuzey Afrika Uzmanı
Doç. Dr. Odile Moreau’nun “Reformlar Çağında Osmanlı İmparatorluğu”
adlı eserinden derlenmiştir.