Daha otuz sekiz gün önce yazmıştım oldukça ağır o aykırı yazıyı bir aykırı adamın akıl, izan ve milli idrak yoksunu yasak kararının üzerine. Batıda bir ilin milli eğitim müdürlüğüne getirilmiş o sorumsuzun yasaklamasından bir ay sonra o marşın ülkemin tüm meydanlarında Dombıra ve Ölürüm Türkiyem ile birlikte bangır bangır çağrılması, bir ilahi tecelli olsa gerek. Milletin en zor anında ortak türküler ve marşlar etrafında birleşmesinden herkesin çıkarması gereken dersler olduğu düşüncesindeyim.

Dombıra, Orta Asya Türklüğünün muhteşem bestesi. Recep Tayyip Erdoğan'a uyarlanmış versiyonu son genel seçimlerde Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından seçim müziği olarak kullanıldı. Şimdi, darbe sonrası başlayan 'demokrasi nöbetlerinde' meydanları inletiyor.

'Ölürüm Türkiyem' yıllardır ülkücülerin dilinin pelesengi. Adeta ülkücülerin resmi marşı olmuş buram buram Türklük ve vatan sevgisi kokan bir güzel türkü. Şimdi o da aynı meydanlarda ve aynı nöbetlerde Dombıra'ya eşlik ediyor.

Ve o akıl ve izan fakiri milli eğitim müdürünün yasakladığı Onuncu Yıl Marşı. Yazıldığı ve bestelendiği 1933'ten bugüne hala daha anlamlısının yazılamadığı ve daha heyecan vericisinin bestelenemediği Cumhuriyetin iftihar marşı. Ya da bir başka ifadeyle Cumhuriyetçilerin ve Cumhuriyet Halk Partililerin parolası… Dün yasaklamaya kalkan zihniyete inat bugün meydanlardaki milyonların darbe karşıtı sesi…

Üç ayrı siyasi ve ideolojik tercihin parolası konumundaki iki türkü ve bir marşın darbecilere karşı meydan okuyan insanların ortak sesi olmasından çıkaracağımız çok ders olsa gerek. Şerden hayrın çıkması, ancak akılla mümkündür. Ya da bir başka ifadeyle ancak akıllı insanlar ve kadrolar yaşadıkları felaketten ders çıkarabilir.

Balyoz mağduru emekli Kurmay Albay Mustafa Önsel 'Silivri'de Firavun Töreni' adlı kitabından Vince Lombardi'den 'Gerçek başarı, hep ayakta kalmak değil, düştükten sonra ayağa kalkabilmektir' diye muhteşem bir cümle alıntılamış. Türk demokrasisi tüm noksanlarına ve yetersizliklerine rağmen her darbe ve darbe girişiminden sonra ayağa kalkmayı başarmıştır. Bu en kanlı ve en süfli girişimden sonra da yaralarını saracak ve yoluna devam edecektir. Kaldı ki bu son girişimde demokrasi kesintiye uğramamış, bir başka ifadeyle yere düşmemiştir bile.

Yaraların bir an önce sarılması ve demokrasinin sağlıklı bir rotada hedefe yürüyebilmesi için çok öneriler olacaktır ama bence bunların hepsinin önünde üç mekanı, camiyi, kışlayı ve okulu siyasetin ve ideolojinin tasallutundan kurtarmak gelir. Siyaset ve ideolojik saplantılarımız ve ihtiraslarımız, bu üç kuruma ve onların temsil ettiği kutsal kavramlara çok zarar vermiştir. Bu kurumları bir an önce elbirliği ile gerçek hüviyetlerine ve toplum nezdindeki eski saygınlıklarına kavuşturmak zorundayız. Bu şerden bir hayır hasıl etmenin yolu bence buradan geçmektedir.