Osmanlı merkeziyetçi ve o ölçüde de bürokratik bir devlettir. Osmanlıda her olayın belgesi vardır hem de birden fazla yere kaydedilmiş olarak. Mustafa Kemal Atatürk, 19 Mayıs 1919da Samsuna olağanüstü yetkilerle donatılmış bir Osmanlı paşası olarak ve oldukça geniş bir maiyet erkanı ile gelmiş ve Samsunda altı gün kaldıktan sonra 25 Mayıs 1919 sabahı ayrılmıştır.
Bu altı günün her anı yoğun bir çalışmayla geçmiştir ve kayıt altındadır. Çekilen telgraflar, yazılan raporlar, askeri ve mülki erkana (sivil idare amirlerine) verilen talimatlar, İstanbula sunulan istidalar olduğu gibi eldedir. Dahası yabancı devlet raporları ve bu arada özellikle İngiliz gizli belgeleri de açıktır ve yayınlanmıştır. İsteyen bunların hepsine kolaylıkla ulaşabilir.
Milli Mücadeleyi gün gün ele alan çok ciddi kronolojiler var. Prof. Dr. Utkan Kocatürkün Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi, Zeki Sarıhanın Kurtuluş Savaşı Günlüğü, Dr. Selahattin Tanselin Mondrostan Mudanyaya Kadarı, Gotthard Jaeschkenin Türkiye Kronolojisi bunların belli başlılarından birkaçıdır. Ayrıca Genelkurmay, Türk Tarih Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi ve diğer ilgili kurumların son derece ciddi onlarca kitabı var. Ben burada sadece G. Jaeschkenin Kurtuluş Savaşı İle İlgili İngiliz Belgeleri adlı kitabını belirtmekle yetineceğim. İngilizlerin Mustafa Kemale bakışları ve onun gerçek niyetini ne zaman ve nasıl anladıklarını görmek açısından bu kitap oldukça yararlı bilgiler veriyor.
Mustafa Kemal Paşa bu altı günde Samsundan hiç ayrılmadığı gibi 25 Mayıs sabahı Samsunda başlayıp akşamı Havzada biten yolculukta hiçbir yerde yatmamış, hiç kimseden kaçmamış ve hiçbir yere de saklanmamıştır. İstanbuldan yola çıkarken gemilerinin batırılması tehdidini bile umursamayan ve her belayı göze alan kurmaylar kadrosunun Samsunda üç beş yüz çetecinin korkusundan(!) halkın kullandığı yolu terk ettiğini öne sürmek, sadece tarihe değil Milli Mücadelenin o kahraman kadrosuna da saygısızlıktır. Yedi düvelle vuruşmaya giden insanların daha 25 Mayıs sabahı çeteci korkusuyla yolunu değiştireceğini düşünmek, düşünmekten de öte sanmak bile akla ziyandır. Ve ne yazık ki o akla ziyan safsata, hala baskı parası ödeyecek müşteri bulmakta/bulabilmektedir.
Bizimkinin burada başlattığı Atatürkün kaçması/ adı sanı bilinmeyen meçhul ya da uydurma kişilerin hanelerinde saklanması palavrasını başkaları da Havzada sürdürmekten geri kalmıyor. Kimi bilmem hangi köyde saklıyor kimileri de bir vadideki bilmem hangi değirmende. Halkının Kuva-yı Milliye idealine büyük bir heyecanla sarılıp sahip çıktığı kent merkezini bırakarak bir köy evine sığınan kurmay aklını yadırgamayan kafadan tarihe ışık tutmasını beklemek ne hazin.
Mustafa Kemal Paşa, Havzada İngiliz İrtibat Subayı Hurstun ifadesiyle Havza telgrafhanesini tekeline almış Türkiyenin her tarafıyla haberleşiyor, üst makamlara raporlar, astlarına talimatlar veriyor, Diyarbakırdan Samsuna taşınan top kamaları ve silah sürgülerine el koyuyor, katırları sattırıyor, merkezdeki silahları içerilere taşıttırıyordu. Müdafaa-i Hukuk teşkilatını kurduruyor, mitingler yaptırıyor, bununla da yetinmiyor, Gümüşhacıköydeki çetelere operasyonlar yaptırıyor, Havzadaki çetecileri cezaevine tıkıyordu. Mustafa Kemal Paşa, Havzada olduğu sürece korkan ve kaçan değil, korkutan ve kovalayandı. Onu Havzayı bırakıp bir köy evine ya da bir değirmene saklatan ifadeler, cehaletin açık tezahürü değilse nedir? Atayolu gibi gerçekten güzel bir proje böyle koyu bir cehaletin karanlığında yanlışa düşerse yazık olur. Değirmende kalanları da unutmadık, yazacağız. (Devam edecek.)