İstiklal Marşı'nın kabulünün yıldönümünde böylesine bir konuyu yazmak ve tarihimizin bir dönemine, o dönemin hemen hepsi gazi ve bir kısmı da şehit olan mensuplarına yapılan süfli bir suçlamayı yanıtlamak zorunda kaldığım için gerçekten üzgünüm. O marşların en güzelini, en muhteşemini ve onu yazan Mehmet Akif'i, o şiiri Birinci Meclis'in o mütevazı kürsüsünden çağlar ötesine seslendiren Hamdullah Suphi Tanrıöver'i ve o şiiri tam üç kere ayakta ve ağlayarak dinleyen iman dolu, inanç dolu mebuslarını yazmak isterdim. Ne yazık ki o şanlı tarihi değil o şanlı tarihe ve bugünümüzü borçlu olduğumuz Cumhuriyeti kuranlara yöneltilmiş akıl almaz, izan kabul etmez bir saldırıya isyanımı ve cevaplarımı yazıyorum.
İstanbul'da bir ilçenin belediye başkanı bir panelde konuşuyor; panelin konusu anayasa referandumu; beklenir ki biliyorsa anayasa değişikliğini anlatsın; ama o bilmediği bir tarihe saldırıyor. 'Bilmediği' kelimesini bilerek ve hatasını hafifletir düşüncesiyle kullanıyorum. Bilerek tarihi çarpıtmak ve çarpıtmadan da öte tarihe ve yakın tarihimizin kadrolarından bir grubuna 'sütü bozuklar, kanı bozuklar' diye saldırmak, cehaletten çok daha ağır bir günaha işaret eder.
Anayasa değişikliğini anlatmak üzere kürsüye çıkan başkan, sözü nasıl yapıyorsa yapıyor tarihe getiriyor ve 'Bizim milletimiz hiç satıcı olmadı ta ki Abdülaziz'e kadar. Sonra içimize kanı bozuklar, sütü bozuklar sızdı. Padişahımızı alaşağı ettiler, yıktılar. On yılda Osmanlıyı tarumar ettiler, yıktılar. 1923'te de 650 yıllık çınara darbe yaptılar. Cumhuriyet kuruldu. İçinden ihanet edenler, ecdada hainlik edenler olunca hayır gelmiyor. Bu milleti millet yapan değerlere saldırmaya başladılar, kurana, ezana…' diyebiliyor.
Osmanlı çınarının ne zaman kurumaya başladığı, hatta kuruduğu ayrı bir konu. Sultan Abdülaziz'in tahtan indirilmesinde kardeşi Şehzade Murat'ın( bilahare padişah 5.Murat'ın) kardeşinin yerine geçmek için hangi Galata bankerlerinde ne miktar borç aldığı ve Kurbağalı Dere'deki köşkünde kimlerle hangi pazarlıkları yaptığı da ayrı bir konu. Hatip burada '10 yılda Osmanlıyı tarumar ettiler' derken belli ki İttihatçıları kastediyor. '1923'te 650 yıllık çınara darbe yaptılar' derken de Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarını o ekibe eklemliyor.
İttihatçılar yenildiler, Kuvayı Milliye kadrosu ise kazandı. Kazananı da kaybedeni de eleştirebilirsiniz ama onların vatanseverliğini, idealizmini ve inanmışlığını yargılayamazsınız. Hele de onları 'sütü bozuk, kanı bozuk' gibi bir siyasetçinin, bir yerel yöneticinin ağzına hiç yakışmayacak hakaretamiz bir ifadeyle mahkûm edemezsiniz. İttihatçıların büyük kısmı ya cephelerde Rus, İngiliz ve ya Fransız kurşunuyla ya da cephe gerisinde Ermeni kurşunlarıyla şehadet şerbetini içti. O şerbeti içemeyenlerden ise evlatlarına hırsızlık, arsızlık, ihanet değil gazilik madalyaları kaldı.
Milli Mücadele kadrosuna gelince o kadro tarihin eşine ender rastladığı bir idealistler kadrosudur. Askeriyle, eşrafıyla, bürokratıyla, ulemasıyla hatta dağdan düze inen ve milli davanın emrine giren çetecisiyle bir bütündür o kadro. Ve o talihsiz konuşmanın hemen ertesinde yıldönümünü kutladığımız İstiklal Marşı da o kadronun eseridir.
Bir şey daha; 650 yıllık Osmanlı çınarı 29 Ekim 1923'te Cumhuriyetin ilanı ile değil 1 Kasım 1922'de 'saltanın ilgası(kaldırılması)' ile birlikte yıkılmıştır. Saltanatın ilgasını getiren kanunu da Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet karşıtlarının yere yurda sığdıramadığı Dr. Rıza Nur Bey vermiştir. Ve de kanun teklifi ittifakla kabul edilmiştir. Son Osmanlı padişahı Mehmet Vahdettin de kısa bir süre bir İngiliz savaş gemisiyle ülkeyi terk etmiştir
Kısacası Cumhuriyet Osmanlı'yı yıkmamıştır, Osmanlı yıkıldığı için Cumhuriyet kurulmuştur.