Eğer 1918'de Fahrettin Paşa komutasında Medine'yi savunan Osmanlı askerlerinden birisi değilseniz niye yiyeceksiniz ve de tadını nereden bileceksiniz ki. Onlar bir taraftan İngilizin tezgahı ve Urban'ın ihaneti öbür taraftan açlığın pençesindeydiler ve ölmemek için yediler. Bize yedikleri 'çekirge tavanın' tarifini bırakmadılar ama hiçbir millete nasip olmayan bir şan ve şeref bıraktılar.

İstanbul nere Medine nere? Tamam, Medine'yi ayıralım, orası kutsal, orası kilometre olarak ne kadar uzakta olursa olsun mana olarak o kadar yakında, tam da burada, biz neredeysek orada. Ama Samsun nere Yemen nere? Erzurum nere Galiçya nere? Konya nere Kanal nere? Daha bir, bir buçuk yıl önce dört Balkan devletçiğine elli, elli beş günde teslim olan Türk askeri komutanını/komutanlarını bulunca Birinci Dünya Savaşı'nda tam dört yıl eski kıtanın dört bir yanında o zamanlar Düvel-i Muazzama denilen süper güçlerin ordularına kök söktürdü. Hem de ne kök söktürme!

Biz Kanal'a günlerce, haftalarca yürüyerek gittik, onlar lüks vapurların konforlu kamaralarında yatarak geldiler. Biz askerimizi Samsun'dan Sarıkamış'a bir ayda zor götürdük, Ruslar, Sibirya'dan trenlerle üç günde getirdiler. Enerjimizin ve maddi imkanlarımızın çoğunu biz yolda tükettik, onlar cepheye sakladılar. Cephede de Mehmetleri tükettik; nurlar içinde yatsınlar.

Medine'yi savunma görevi Fahrettin (Türkkan) Paşa'ya verilmişti. Giderken 'Eğer boşaltacaksanız, Medine'ye başka bir kumandan gönderiniz. Medine kalesinden al sancağı bana kendi ellerimle indirtemezsiniz' demişti. O ve subayları ve de askerleri 'Çöl ortasından Plevne kahramanları' gibi direndi. Tarih birini çok etraflı yazar ama niyeyse öbürü pek yazılmamıştır. Merak eden mi olmadı acaba? Yoksa Urban(Bedevi) ihanetinin duyulması mı istenmedi.

Arap bize ihanet etmiştir. Örnek mi istiyorsunuz, ondan çok ne var; işte Şerif Hüseyin ve oğulları, işte Suud ailesi ve daha niceleri. Ama az da olsa sonuna kadar sadık kalanı da var. Birini yazarken diğerini yazmamak olmaz. Şeyh Ahmet El Sünnusi Hazretleri buna en iyi örnek. Hep sadık kaldı ve hep bizimle oldu. Milli Mücadele'de bile buradaydı; biz İtalyanlara karşı oradaydık, O da emperyalizme karşı burada bizimleydi; nurlar içinde yatsın.

Biz Mondros Mütarekesini(silah bırakışmasını) 30 Ekim 1918'de imzaladık ve durum ertesi gün tüm birliklere telle bildirildi. Fahrettin Paşa 3 Kasım'da 'kıtalardan davet ettiği murahhaslarla Medine'deki erkan ve ümerayı ve bu arada karargah mensuplarını' Harem-i Şerif'te toplar. Namazdan sonra Ravza-i Mutahhara'nın karşısındaki minbere çıkar ve başlar konuşmaya. Muhteşemdir ama uzundur o konuşma, sadece bir kısmını alacağım. (Merak edenler, Feridun Kandemir'in 'Fahrettin Paşa'nın Medine Müdafaası-Peygamberimizin Gölgesinde Son Türkler' adlı kitabından bulup okuyabilirler.)

'Bu asker Medine'nin enkazı ve nihayet Ravza-i Mutahhara'nın yeşil türbesi altında kan ve ateşle dokunmuş bir kefenle gömülmedikçe, Medine-i Münevvere kalesinin burçlarından ve nihayet Mescid-i Saadet minareleriyle yeşil kubbesinden al sancağı alınmayacaktır. Allah-u Teala bizimle beraberdir. Şefaatçimiz O'nun Resûlü, Peygamberimiz Efendimizdir.'

Biz Medine'yi, biz Ravza-i Mutahhara'yı 'çekirge tavası' yiyerek savunurken Araplar bizi kuşatıyordu ve Şerif Hüseyin'in oğlu Faysal, İsrail'in kurucusu Weizmanla paylaşım anlaşması imzalıyordu. Şimdilerde bazılarının yanıp yakıldığı İsrail'in temeli Arapların işbirliğiyle atılmıştır ama bu da pek söylenmez, konuşulmaz, yazılmaz niyeyse.

İstanbul'dan üç ayrı 'teslim olunuz' emri geldi ama Fahrettin Paşa hiçbirine itibar etmedi. Çünkü emirler İngilizlerin aracılığıyla gelmişti, yalan olabilirdi. Osmanlı kutsal toprağının teslimini nasıl emredebilirdi ki! Sonunda Harbiye Nazırı Abdullah Paşa kendi yaverini görevlendirdi, hükümetin 'teslim ol' emrini iletmekle. Bu da sonuç vermedi. Paşa'ya göre 'Medine Kalesi bir askeri mevki olmakla beraber, aynı zamanda Hilafet bakımından da pek mühim bir yerdir. Şu halde buranın teslimi için Harbiye Nazırı'nın ve hükümetin emri yetmez. Mutlaka, Halife ve Padişah'ın bir iradesi olmalıdır ve bu arada da Osmanlı Meclisi tarafından tasdik edilmiş bulunmalıdır.'

Fahrettin Paşa'nın istediği irade-i seniyeyi Adliye Nazırı Haydar Molla bizzat getirir ve Fahrettin Paşa ve askerleri Medine'yi 10 Ocak 1919'da, Mondros'un imzalanmasından tam iki ay on gün sonra gözleri yaşlı terk ederler.

Başta sormuştum ya 'Çekirge sote' yediniz mi, tadı nasıldır diye, lezzetliymiş. Askerler Paşa'ya ikram etmişler, O da çok beğenmiş. Biz orada çekirge yedik ama hain damgası yemedik, korkak damgası yemedik. Biz orada aç kaldık, açık kaldık ama ne kimseyi sattık ne de kimselere satıldık. Biz orada destanlar yazdık. Ne mutlu onlara ve onların torunları olan bizlere…