Bir haftalık ilaç kürünün ve dinlenmenin faydasını beden sağlığım bakımından fazlasıyla gördüm. Hamdolsun. Ama beynimi boşaltma, kafamı dinlendirme ve üzerime giderek daha bir abanan melali atma anlamında değişen hiçbir şey yok. Hüzün adeta bana ikiz kardeş oldu. Attila İlhan Hoca 'elde var hüzün' demişti ya o misal; elde hep hüzün var ve ne yazık ki sadece o var.

Umut mu? O elimde değil, yüreğimin ve beynimin derinlerinde bir yerde hala var ve hala dışarıya çıkmak, yakamdan yapışıp 'silkin ve yeniden doğuş için bir kere daha ayağa kalk' demek için yanıp tutuşuyor. Ve yetmişine adım atmak için son basamakta vakit dolduran bu yorgun beden on yedisindeki ruh hali içinde 'toplan borusunu' çalacak kahramanını bekliyor. Ne yazık ki o kahramandan bir iz, bir belirti ufukta gözükmüyor.

Ufukların ötesinde de bir büyük dünya var ve oradan buraya yol çok uzak değil. Geceler sabah gebe. Problem sabahı bekleyecek sabırda ya da sabaha çıkıp çıkmamakta; doğan, doğacak olan ve doğması mukadder güneşi görebilmek ya da görememekte.

Biz Ergenekon'da dört yüz yıl bekledik yeniden tarih sahnesine çıkmak için. Ama sadece beklemedik, çoğaldık ve güçlendik. Yok, hayır sadece sayıca güçlenmedik, hem bileğimizi kavi kıldık hem de beynimizi bilgiyle doldurduk. Yüz bin mızrakla yola çıktığımızda demir dağı eritecek kadar bilgili ve kararlıydık. Ne demir dağ durdurabildi bizi ne de sayısız düşman. Bir sel gibi dört bir yana ama ile de batıya. Tanrı Dağlarından Rus steplerine, Rus steplerinden Macaristan ovalarına rüzgarlar eşlik etti atlarımız ve tuğlarımıza. Sadece tuğ dikmedik dünyanın dört yanına. Taç Mahal'den Selimiye'ye Buhara'dan, Semerkant'tan Mostar'a camiler, yollar, köprüler, hanlar, hamamlar ve medreseler diktik. Kılıçlarımızın açtığı yolda kalemlerimizle yürüdük. Savaş meydanlarında gücü ve cesareti yaşam alanlarında bilgiyi ve sevgiyi hakim kıldık.

Dün yaptıysak yarın niye yapmayalım, yapamayalım? Yaparız elbet. Daha dün bir kere yapmamış mıydık; hani şu herkesin 'hasta adam öldü artık' dediği günlerde, Milli Mücadele öncesinde. Yeniden ayağa kalkmamış ve dünyada ilk defa olarak galiplerin barış şartlarını kafalarına çalmamış mıydık? Ve de Asya'nın ve Afrika'nın mazlum milletlerine örnek olmamış mıydık?

Eğer sen ben çekişmesini bir kenara koyar ve bizi biz yapan değerlere sımsıkı sarılır ve hedefe hep birlikte koşarsak kim tutabilir, kim durdurabilir bizi? Eski günler özlemidir ama asla boş bir hayal değildir bu yazdıklarım. En zor şartlarda doğar en büyük heyecanlar ve en karanlık anlarda aydınlatmaya başlar evreni güneşin ilk ışıkları. Güneş hep doğdu, hep doğacak, sabah olmadan umutsuzluğun intiharına sürüklenmemektir asıl olan.

Ne şu partidir ne bu parti ne de şu hizip veya cemaattir kastım. Hiçbiri ve hepsidir, tek başına hiçbirisi, birlikte hepsi. Bunu yapabiliriz, yapmaya da mecburuz. Yaşananlar endişelerimi artırıyor tarihimiz ise umutlarımı canlandırıyor. Umut, her zaman ve her şart altında umut, biz batı Türklüğü sadece kendimizin değil üç yüz milyonluk Türklük aleminin ve iki milyara yaklaşan İslam ümmetinin de umuduyuz, hem de son umudu. O umuda ve tarihimize ihanet edemeyiz. Başaracağız. Başarmak zorundayız.