Bizim, mesleğe adım attığımız günlerde 'yalan' ya da 'ısmarlama' haber bilinmezdi. Haber ya atlanır ya da noksan veya yanlış yazılırdı ama asla yalan yazılmazdı. 'Asparagas haberler' ve 'asparagasçı gazeteciler' vardı ama o ayrı bir şeydi. Yalan ya da ısmarlama haber yazan bir gazeteciyi kurumu da meslek camiası da gazete okuyucusu da barındırmazdı. Gazetecinin en büyük iki ayıbından birisi 'haber atlamak' yani ya haberi alamamak ya da bilerek yazmamaksa diğeri de 'haberin yanlış' çıkmasıydı. Şimdilerde artık onlar meslek ayıbı olmaktan çıktı, mesleğimiz 'yalan haberlerle' anılır oldu. İyi de bunun suçu kimde ya da kimlerde?

Prof. Dr. Selçuk Şirin 'Bir Türkiye Hayali' kitabında 'Hakikat Sonrası Toplumda Haberler ve Seçimler' bölümünde konuyu inceliyor. Prof. Dr. Şirin'e göre 'sosyal medyada gerçeğin dolaşımındansa yalanın dolaşımına yönelik ciddi bir talep var.' ABD'den araştırmalar ve ilginç örneklerle de destekliyor tezini. BuzzFeed adlı kuruluşun 2016 seçimlerinde yaptığı bir araştırmayı aktardıktan sonra, 'Beni asıl rahatsız eden veri şu: Gerçek haberler yalan haberler kadar rağbet görmüyor okurlar nezdinde' diyor. Bu tespit bir gerçeği net ortaya koyuyor: İşin başı okur. Okur almazsa, yalan haberi kim niye imal eder ki? Yalan haber fabrikatörleri ya da ısmarlama haber tetikçileri, sahtekarlardır ama aptal değillerdir?

Bir de ilginç örnek var yalan haber imalatçılığıyla ilgili olarak. Makedonya'nın kırk bin nüfuslu bir kentinde kurulan internet siteleri ABD seçimleri öncesi büyük sükse yapıyor, kah Trump kah Clinton'la ilgili yalan yanlış haberler yaparak büyük paralar kazanıyor. Çünkü okuyucu yalanı tıklıyor, onlar da Google'dan reklam alıyor. Bu sitelerden birisinin sahibi bir genç 'Evet, yaptığımız haberler kötü, yanlış ve aldatıcı ama eğer kullanıcıdan tık alıp onların ilgisini çekiyorsa sorun yok' diyor. Onun için sorun yok; sorun toplum için, sorun toplumun geleceği için ama toplum ya bunun farkında değil ya da farkında olsa bile dedikoduya ve yalana olan ilgisi dolayısıyla yine de tıklıyor.

Sadece yalanı satın alan vatandaş değil bir de yalancı ya da müfteriyi ya şerrinden korktuğu ya da 'belki bir gün lazım olur' düşüncesiyle satın alıp besleyen güç sahipleri var. Bıçağın ucu kendilerine döndüğünde, en çok feryat edenler de onlar. Sen almasan, o beslemese, yalan haber fabrikatörlerinin ya da kin ve nefret imalatçılarının basında ne işi olur ki?

Tamam; biz de çürüdük, camia olarak biz de suçluyuz, kabul, ama senin de suçun yok mu sevgili kardeşim? Hani Nazım Hikmet 'kabahat senin,/ demeğe de dilim varmıyor ama / kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!' der ya; biz şu 'çoğu' kelimesini atsak da biz de kabahatliyiz, onlar da kabahatli ama -dilim varmasa da- sen de kabahatlisin desek, haksızlık etmiş olur muyuz?