On sekiz gün önce Lozan'ın doksan dördüncü yıldönümüydü, bugün de Sevr'in doksan yedinci yıldönümü. Sevr, Osmanlı'nın son, Lozan ise Cumhuriyetin ilk antlaşmasıydı. Sevr'i atlayarak Lozan'ı okumak tarihi tersinden okumaktır ve anlamsızdır. Sevr'i bilmeyen Lozan'ı anlayamaz.
Maddeleri teker teker okunursa görülecektir ki Sevr, tam anlamıyla bir ölüm fermanıdır. Madde olarak da metin olarak da Lozan'dan fazla ve uzundur ama okunmayacak kadar uzun ve de anlaşılmayacak kadar ağır değildir. Bütün mesele doğru bilgiye duyulacak küçük bir ilgi ve kendi tarihimize ayrılacak birazcık bir zamandır.
Acımasızdır, haksızdır ama aynı zamanda küstahtır bu anlaşmanın dili. Söz gelimi 36'ncı maddesi aynen şöyledir: 'İşbu Antlaşmanın hükümleri saklı kalmak koşuluyla, Bağıtlı Yüksek Taraflar(Müttefikler), Osmanlı Hükümetinin İstanbul üzerindeki haklarına ve sıfatlarına dokunulmaması, ve bu Hükümetle Majeste Padişah'ın bu kentte oturmak ve bu kenti Osmanlı Devletinin başkenti tutmak bakımından özgür olduklarında görüş birliği içindedirler.'
Ne lütufkarlar değil mi? Ama durun, devamı var bu maddenin o da şu: 'Bununla birlikte, Türkiye, işbu Antlaşma ile bunu tamamlayan antlaşmaların ve sözleşmelerin hükümlerine, özellikle soy, din ve dil azınlıklarının haklarına dürüst bir biçimde saygı göstermekte kusur ederse, Müttefik Devletler, yukarıda belirtilen hükmü değiştirmek hakkını kesinlikle saklı tutarlar, ve Türkiye, bu bakımdan alınacak bütün kararları kabul etmeği şimdiden yükümlenir.'
Bu da Batı'nın küstahlığı! 'Özellikle soy, din ve dil azınlıklarının haklarına dürüst bir biçimde saygı göstermekte kusur ederse' ifadesindeki tahkir ve tezyif! Kılış gücüyle aldığımız beş asırlık payitahtımızda galiplerin küstah şartları ve utanç vesilesi lütuflarıyla oturacağız, öyle mi?
Bir de, bugünlerde bütün güçleriyle kurmaya çalıştıkları ve sağdan soldan desteklerle hedefe doğru adım adım ilerledikleri Kürdistan hayalleri var. Sevr'in 62 ve 63'üncü maddelerine göre Antlaşmanın yürürlüğe konulmasından başlayarak altı ay içinde, İstanbul'da toplanan ve İngiliz, Fransız ve İtalyan Hükümetlerinden her birinin atadığı üç üyeden oluşan bir komisyon Fırat'ın doğusunda, Kürtlerin sayıca üstün bulunduğu bölgelerin yerel özerkliğini hazırlayacak ve bu plan aynı zamanda, Süryanî-Geldanîler ile, bu bölgelerin içindeki öteki etnik ve dinsel azınlıkların korunmasına ilişkin tam güvenceleri de kapsayacak, Osmanlı Hükümeti de bu planı kendisine bildirilmesinden itibaren üç ay içinde yürürlüğe koyacaktır. Düşünme, itiraz etme, tartışma yok, sadece kabul ve uygulama mecburiyeti var.
Antlaşmanın bir de 64'üncü maddesi var. Bu maddeye göre 'Antlaşmanın yürürlüğe konuşundan bir yıl sonra, belirtilen bölgelerdeki Kürtler, nüfusun çoğunluğunun bağımsız olmak istediklerini kanıtlayarak Milletler Cemiyeti Konseyine başvururlarsa ve Konsey de bu nüfusun bu bağımsızlığa yetenekli olduğunu görürse Türkiye, bu bölgeler üzerinde bütün haklarından ve sıfatlarından vazgeçmeği, şimdiden yükümlenir.'
Bu maddenin devamı da oldukça ilginç ve kelimesi kelimesine şöyle: 'Bu vazgeçmenin ayrıntıları Başlıca Müttefik Devletlerle Türkiye arasında yapılacak özel bir sözleşmeye konu olacaktır. Bu vazgeçme gerçekleşirse ve gerçekleşeceği zaman, Kürdistan'ın şimdiye dek Musul ilinde kalmış kesiminde oturan Kürtlerin, bu bağımsız Kürt Devletine kendi istekleriyle katılmalarına, Başlıca Müttefik Devletlerce hiçbir karşı çıkışta bulunulmayacaktır.'
Hoş geldin Büyük Kürdistan. (Devam edecek)