Dünkü yazımda 'uzaktaki bir generalden' ve onun öngörüsünden bahsetmiş sonra da 'Bilirsiniz ama' kaydını koyarak 'Uzakta olduğu halde muhtemel gelişmeleri olayların en yakınındakilerin göremediği netlikte gören bu general kim?' diye sormuştum.

Uzaktaki General Yaver-i Fahri Hazret-i Şehriyari ve Yıldırım Orduları Grup Kumandanı Mirliva Mustafa Kemal Paşa'ydı. 8 Kasım'da Sadrazam Ahmet İzzet Paşa'ya gönderdiği ve benim dün bir bölümünü aktardığım raporunda 'Ben hangi hal ve vaziyette bulunursam bulunayım, doğru olduğuna inandığım ve gerekenlere bildirilmesini memleketin selameti icabı kabul ettiğim görüşlerimden vazgeçmem tabiaten mümkün değildir' diyordu. Tarih, onun bu huyunun ve tavrının şaşmaz tanığıdır.

Şimdi biraz geriye, 3 Kasım 1918 günü çıkardığı Grup emrine döneceğim. O emirde 'İskenderun, Antakya, Cebelseman, Katma, Kilis havalisinin Türklerle meskûn ve Halep halkının dörtte üçünün Arapça konuşan Türk olduğu her vesile ile hatırda tutulmalı ve her davada bu esas alınmalıdır' diyordu. Öyle diyordu ama Hatay, Milli Mücadele'nin sonunda çizilen sınırlarımızın dışında kalmıştı. Sözler mi unutulmuştu yoksa Hatay'ın Türk olduğu mu?

Hayır; ne sözler unutulmuştu ne de Hatay'ın Türklüğü. Sadece zamanı bekleniyordu.

1923'ün mart ayı, günlerden pazar; Mustafa Kemal Paşa Adana'da yurt gezisinde ve karşılayanlar arasında 'kadınları ve kızları siyah matem kıyafetlerine bürünmüş' ve ellerinde 'Bizi de kurtarın' pankartları taşıyan İskenderun heyeti de var. Heyette bulunan bir kız çocuğu titrek bir sesle ve gözyaşları içinde çok duygulu bir konuşma yapar. Gazi Paşa konuşmanın sonunda üzgün ama hiddetli bir sesle 'Kırk asırlık Türk yurdu ecnebi elinde bırakılamaz' der ve sessizce kalkıp gider.

1936'da artık 'Hatay meselesini deklare etme zamanı gelmiştir.' Ankara Sergi Evi'ndeki bir baloda Fransa'nın Suriye Olağanüstü Komiseri Ponçet'e 'Hatay işi benim şahsi davamdır. Beni üzüyorsunuz. Korkarım ki beni, meseleyi başka türlü halle mecbur bırakacaksınız!' diyecektir.

5/6 Ocak 1937 gecesi Mustafa Kemal Atatürk, İstanbul'dadır; Başbakan İsmet İnönü ile telefonda Hatay sorununu konuşmaktadır. İsmet Paşa 'Hatay için Fransa ile savaşa girmemek' görüşündedir. Telefonu kapattırır, yaverini çağırtır ve emirleri ardı ardına sıralar: 1- Yunus Nadi Beyle Ordu Müfettişi Fahrettin ve İstanbul Kumandanı Halis Paşaları şimdi buraya çağırınız. 2- İsmet Paşa'ya, Fevzi Paşa'ya, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Beye, telefonla söyleyiniz, onlar da hemen Ankara'dan hareket edip Eskişehir'e gelsinler, orada beni beklesinler.'

Ardından Ankara'dan Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak'a 'Dahil olduğunuz Hatay Teşkilatı Merkezinde, benim için lüzumlu olan bütün şeyleri ve hatta lüzumlu şahsiyetleri alarak bana mülaki olunuz' emrini yazdırır.

Ve o gece bir tren İstanbul'dan bir tren de Ankara'dan Eskişehir'e doğru yola çıkar. İstanbul'dan yola çıkan trende Cumhuriyet Gazetesi Başyazarı ve aynı zamanda İstanbul Milletvekili Yunus Nadi, Fahrettin ve Halis Paşalarla birlikte Kılıç Ali de vardır. Yolda Mustafa Kemal Atatürk'ün ağzından şu sözler dökülür: 'Mesele nasıl hallolur, onlara göstereyim de görsünler. Bir İskenderun için Fransızlarla savaşılmazmış! Şaşarım onların aklı perişanına!'

NOT: Bu satırları gazetecilikteki ilk ustalarımdan Hulusi Turgut Ağabeyin yayına hazırladığı ve İş Bankası Kültür Yayınlarından çıkan 'Atatürk'ün Sırdaşı Kılıç Ali'nin Anıları' ile YKB tarafından yayınlanan Hasan Rıza Soyak'ın 'Atatürk'ten Hatıralar' adlı eserlerden derledim. Yarın o anılarla Hatay konusuna devam edeceğim.