Ünlü tarihçi Prof. Dr. Stanford Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye adlı eserinde 'Cumhuriyetin İmparatorluktan 328 üniversite hocası, 2.914 de öğrenci devraldığını' yazar. Şu rakamlar da Prof. Dr. Mustafa Kahramanyol'un Cumhuriyet'in 80'inci Yılı Sempozyumu'na sunduğu tebliğde belirttiğine göre 'Cumhuriyetin ilan edildiği 1923'de b ülkede 554 doktor, 69 eczacı,560 sağlık memuru,138 ebe ve sadece 4, evet, sadece 4 hemşire' vardır.

Kısacası ne okuryazarımız, ne -istisnaları hariç tutarak söylüyorum- okunacak doğru dürüst kitabımız ne de okuryazar yetiştirecek doğru dürüst bir maarifimiz söz konusudur.

Orhan Koloğlu'nun verdiği bilgilere göre 1910 yılında okuma yazma bilmeyenlerin genel nüfusu oranı Almanya'da %3.12, Çekoslovakya'da %2.38'dir. Japonya'daki durum çok daha dikkat çekicidir. 1850'lerde okum yazma bilenlerin genel nüfus içindeki payı %60 iken bu oran 1910'da %100'e çıkmıştır. Şu anda dünyada en çok kitap ve gazete bu ülkede basılmakta ve okunmaktadır.

Bu rakam, yani okuma yazma bilmeyenlerin genel nüfusa oranı bizde ne yazık ki hiçbir zaman %90'nın altına düşmemiştir. Cumhuriyet'in devraldığı okuma yazma bilmezlerin oranı muhtemelen daha da yüksektir. Zira okuma yazma bile Müslüman Türklerin bir kısmı 1912-1923 arası Balkanlarda başlayıp İzmir'de sona eren 10 yıllık savaşta ya şehit ya kaybolmuş ya da esir düşmüştür. Gayrımüslim okuryazarların büyük kısmı da ülkeyi terk etmiş ya da terk ettirilmiştir. Onun için okuma yazma bilmeyenlerin oranının %90'ı geçtiği iddiası kolay kolay yabana atılacak ya da karşı çıkılacak bir iddia değildir.

'Niye böyle oldu?' cevabı bir başka seri yazının konusudur ama kısaca bir cevap istenirse -hiçbir sosyal olayın tek bir sebebe bağlanamayacağı gerçeğini vurgulayarak 'medreselerimizin üniversiteye dönüşememesi' diyebiliriz. Bu hüküm sadece dünkü geri kalışımızın değil aynı zamanda bugünkü her geçen gün biraz daha geriye düşüşümüzün de cevabıdır.

Mensup olduğumuz Doğu ya da İslam ilim ve fikir dairesinin bir zamanlar çağının en ileri, en akli bilim dairesi olduğu tartışılmazdır. Bu yönüyle döneminin Hristiyan Batı'sından çok ileridedir. Eğer tarihten ders alacaksak Osmanlı bilim ve fikir hayatını besleyen medreselerin müfredat programlarından müspet bilimlerin çıkarılmasıyla cesaretle yüzleşmemiz gerek. Medreselerden akli ilimlerin dışlanmasının doğal sonucu da hem medreselerin hem de Osmanlı eğitim ve biliminin çağın gerisine düşmesi olmuştur. Bu gerçeği gözden kaçırır ya da bilerek görmezden gelirsek sorunu ne anlayabilir ne de çözebiliriz. Tedavinin ilk şartı teşhisi doğru koymak ve gizlememekten geçer.

Ekmelettin İhsanoğlu 'Osmanlı Bilim Mirası' adlı kaynak eserinde açık açık 'Eğitimde fıkıh ilmine bütün ilimlerden fazla önem verildiği ve gelenekçiler galip çıktığı için akli bilimlerin düzenli müfredat programının dışına çıkarıldığını' yazar. Akli bilimleri seman medreselerinden kovan fetvanın altında ise ünlü şeyhülislam Ebusuud Efendi'nin mührü vardır.

Adnan ADIVAR ise 'Düşüncenin, vicdanın ve kalemin bağımsız olması ilmin ilerlemesi için elzemdir ve sosyal ilerlemeyi sağlayan tek vasıta ilimdir' dedikten sonra şunları ekler: 'Bizim aldığımız devirde Türkiye göklerinde ara sıra görülen hafif parıltılara rağmen, bu aydınlatıcı düsturun, yol gösteren bir yıldız gibi doğduğunu iddia etmek kabil değildir.'

Üzerinden 89 yıl geçmesine ve artık geri dönüşün söz konusu olmamasına rağmen biz bu konuyu hala tartışıyoruz, üstelik de birbirimizi akıl almaz ithamlarla hırpalayarak. Hilmi Ziya Ülken 'Tanzimat'tan sonra geçen yüzyıl içinde de Doğu ve Batı, eski ve yeni, alaturka ve alafranga karşı karşıya geldiği halde, kafalarda bu hakiki bir dram yaratmadı. Uzun süre bu iki alem hiçbir senteze ulaşamadan aynı kafanın içinde yan yana yaşadı. Türk toplumunun en buhranlı problemi bir senteze ulaşamayan bu ikici(düaliste) görüşün devamıdır. Problem bu gün de yine karşımızda duruyor ve yine cevap bekliyor…' derken sanki bu konuyu ve bu günü anlatmaktadır.

Beş günlük bu yazı serisini Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurulmasını sağlayan Milli Mücadele'nin Muzaffer Başkomutanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün 'TÜRKİYE BATILI, FAKAT TÜRK BİR TOPLUM OLACAKTIR, ÇÜNKÜ TÜRK ULUSU ÖZGÜRDÜR VE BAĞIMSIZDIR; BU İŞİ O DA BATILILARIN YAPTIĞI GİBİ AKIL VE BİLİMLE YAPACAK, FAKAT ONLARA ÖYKÜNMEYECEKTİR. ÇÜNKÜ TÜRK ULUSU KENDİNE BENZER' sözleriyle bitireceğim. Ölümünün yıl dönümünde O'nu ve şanlı silah arkadaşlarını rahmetle anıyorum, mekanları cennet olsun.