'4 Aralık'taki duruşmanın yaklaşmasıyla birlikte Türkiye'yi bekleyen tehlikeye dikkat çekmek istiyorum. Maalesef biz baştan beri bu işi çok ciddiye almadık. Reza Zarrab'ın ABD'ye gidişini doğru okuyamadık. İşi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan Reza Zarrab'ın mağduriyeti boyutunda gördük. Ama o bir operasyondu. Geldiğimiz noktada Zarrab davası, Türkiye'ye ekonomik ve siyasi darbe vurmak isteyenlerin kozuna dönüştü.

ABD bunu hep yapıyor. Önemli olan; biz Zarrab'ın ABD'nin eline geçmesine izin vermememiz gerekiyordu. Abdullah Öcalan'ı verdiler Fethullah Gülen'i aldılar. Fethullah Gülen ABD'ye gittiği günden bu yana Türkiye aleyhine kullanılıyor. Reza Zarrab ise Gülen'den sonraki ikinci kozları oldu.'

Son derece ilginç bu satırlar bana değil, Ankara'nın siyaset kulislerini çok yakından izlediği söylenen ve AK Parti'ye yakın olduğu bilinen Abdülkadir Selvi'ye ait.

Bu ifadeler doğruysa -ki büyük kısmına ben de katılıyorum- her şeyi 'beka' ve 'milli dayanışma' örtüsüyle kapatıp tüm yanlışları sineye mi çekelim? İhmalleri ve ihmali olanları sormayalım mı, sorgulamayalım mı? Sormak zorundayız. Geçmişi yargılamak ve mahkûm etmek için değil geleceği yargılatmamak, yargılanma riskinin kucağına atmamak için sormak ve sorgulamak zorundayız.

Sadece yaptığı yolsuzluklarla değil itirafçı olmasıyla da fazlasıyla hak ettiği sıfatla söylemek gerekirse 'tarihin bir büyük sahtekarına' T.C. vatandaşlığını niye ve nasıl verdik? Hakkındaki soruşturmayı kimler yaptı, kimler değerlendirdi? Sonrasında kim veya kimler takip ve kontrol etti? Şirket üstüne şirket kuruyor, ithalat yapıyor, ihracat yapıyor, yalılar köşkler alıyor, imara aykırı tadilatlar yapıyor ve hiç kimsenin dikkatini çekmiyor, kimse bir şey sormuyor! Olacak iş mi?

O malûm şahsın adı ve yaptıkları konusunda birtakım yasadışı iddialar ortaya saçıldıktan sonra onun artık birilerinin hedefine gireceği ve her an ya kaçırılacağı ya da kaçacağı kimsenin aklına gelmedi mi? Hele de 'ABD'nin bunu hep yaptığı, birini verip birini aldığı' geçmiş tecrübelerle sabitken. Ve de ABD ile ipler iyice gerilmişken. Devlet ve siyaset aklının gereği sahadan gelecek bilgilere ihtiyaç duymadan böyle bir ihtimali masaya yatırmak ve tedbirleri belirlemek değil midir? Diplomatlar niye yetiştirilir ya da danışmanlar ne iş yapar? Bunca sözüm ona strateji kuruluşu kamu kaynaklarından ne için desteklenir?

Türkiye üzerine hesap kitap yapanların, yapacak olanların senaryolarında mutlaka rol verecekleri çok açık, çok belli bir adamın kaçma ya da kaçırılma ihtimaline/riskine karşı bir tedbir alınmış mıdır, alındıysa niye sonuçsuz kalmıştır? Bunların bir kısmı demokrasinin açıklık ve şeffaflık ilkesi ile devlet sırrı arasındaki kritik çizginin kah o tarafında kah bu tarafında değerlendirilebilir ve hepsi toplum önünde sorulup yine toplum önünde cevaplandırılmayabilir ama hepsi kendi mahremiyet kuralları içinde mutlaka sorulması ve yanıtlanması gereken sorulardır.

Tarihin en büyük sahtekarları arasında daha şimdiden yer alan o malum şahıs kadar onun suç ortakları ve işbirlikçileri de farklı derecelerde olsalar da suçludur, kimi iştirakten kimi görevini ihmalden.

Geleceğin selameti, geçmişin ihmal ve yanlışlarından ders çıkarıp çıkarmamızla doğru orantılıdır. Bir de devletle siyaseti birbirinden kesin çizgilerle ayırmaktan ve bizim devletimizi bizim partimizden, bizim milletimizi bizim adamımızdan daha değerli görmemizle.