Onlarca farklı yanıtı vardır bu sorunun. Ben -eğer başarabilirsem- sadece bir boyutu üzerinde duracağım ya da durmaya çalışacağım.

Kamuda önemli ve etkin bir konumdaki bir dostumla sohbet ediyorum. Dostum, onun da saçlarına aklar düşmeye başlamış olsa bile, benden bir hayli genç; dolayısıyla hem enerjisi hem özgüveni benden çok fazla. Enerjisi ve özgüveni onu benim tahayyülümden çok daha uzak ufuklara taşıyor.

Anlattıkları arasında tartışmasız onayladıklarım da var tereddütle baktıklarım da. Onayladıklarımı alkışlayıp, onaylamadıklarımı suskunlukla geçirebilir, hatta katılıyormuş gibi yaparak alkışlayabilirim. Bu çok garanti bir yoldur. Hem tartışma açılmaz hem de dostun gönlü alınır.

Bunu biliyorum ama ben tersini yapıyorum, görüşlerimi, kırmadan, dökmeden sevgi ve saygıyı hiç zedelemeden dillendiriyorum. Bana, size, bize dostluğu 'acı da olsa gerçeği söylemek' diye öğretmişlerdi. Her sokakta, her mahallede hemen her konuda ayrı bir rol modelin olduğu, geçmişten özümsenerek alınan erdem ve kuralların o rol modeller tarafından yeni yetişen kuşaklara aktarıldığı o güzel günleri gören, duyan, yaşayan birisi olarak tersini yapmam söz konusu değil.

Tüm iktidar sahiplerinin en çok ihtiyaç duyduğu, duyması gerektiği ama ne hikmetse en fazla da rahatsız olduğu insan tipidir dostluğun gereğini 'acı da olsa gerçeği söylemek' diye kabullenen ve saygı ve edep çizgisini asla aşmadan pervasızca dile getiren insan tipi. En çok ihtiyaç duyulan insanla en çok kızılan insanın aynı oluşu, ne garip bir tecelli, değil mi?

Sadece siyasi iktidarı kast etmiyorum, yerel yönetimlerden parti yönetimlerine, parti içi ifade özgürlüğünün parti disiplinine ya da lidere/genel başkana/partiye/davaya feda edildiği tüm yapılanmalardan söz ediyorum. Fikri disiplinin olmadığı yerde şekli disiplinin hiçbir anlam ifade etmeyeceğini idrak etmeyen ya da idrak etmesine rağmen önemsemeyen parti anlayışının demokrasi kültürüne ve dolayısıyla da milletin gelişmesine vurduğu darbeyi düşünmek bile korkunç. Kendisine karşı en ufak parti içi bir itirazı hatta itirazdan da öte bir öneriyi anından susturan muhalefet yapılanmasının halkı çok daha büyük gücü elinde bulunduran iktidara karşı direnişe çağırmasındaki çelişkiyi kim nasıl açıklayabilir?

Kelime dağarımız her geçen gün fakirleşiyor, daha az kelimeyle konuşuyor, daha az kelime ile düşünüyoruz, çoğu kez de düşünmüyoruz bile, düşünmeden hüküm veriyoruz. Eskiden tenkidin yanında ve hatta öncesinde tasavvur, teklif ve ikaz kelimelerini kullanırdık. Bugünkü söz dağarımızda bunların yerinde tasarım, öneri, uyarı ve en sonunda da eleştiri kelimeleri yer alıyor. Aşağı yukarı aynı anlama gelirler. Ama biz sadece son kelimeler yani tenkit ve eleştiri kelimeleri üzerine odaklanmış bulunuyoruz. Diğerleriyle ne muhalifler ilgili ne de muktedirlerin muhalefetten gelen/gelecek olan önerilere/tekliflere, uyarılara/ikazlara dönüp bakması söz konusu.

Bu kent, bu ülke hepimizin, birimizin kaderi öbürümüzün kararına açık ve kaderine bağlı; hani derler ya hepimiz aynı gemideyiz diye, o durumdayız. Gemi su alırsa, rotasından çıkarsa, kayalara çarpar ya da karaya oturursa herkes aynı akıbeti, aynı zorlukları ve aynı acıları paylaşır. Tersi olur da bereketli topraklara ulaşır, sakin ve korunaklı limanlara demir atarsa onun nimetini de herkes paylaşır.

Güzel günleri paylaşmak dileğiyle…