Işıklar yandı.

Sahnedeyim.

Seyircide sessizlik.

Efekt den bir ses:

'Nereden geliyorsun?' dedi.

***

Repliğimi unuttum!

Ne diyecektim?

Doğaçlama yapmak en iyisi dedim.

Nasılsa gelir aklıma!

Nerede?

Gelmiyor ki bir türlü!

Başladım sahnede yürümeye.

Yürürken de:

'Adımım düşünüyor anlatılmaz ki sözle

Binbir ateşten dilli yangınken sönüyorum

Bir harabe yüzle, balmumundan bir gözle

Sararmış caddelerden size geliyorum.' dedim.

Seyirciden alkış, alkış.

(Sait Faik'in bir şiiriydi sanırım bu.)

***

Efekteki ses:

'Asıl nereden geliyorsun?' dedi yine.

-Efendim naçizane bendeniz Ahmet Yesevi'den geliyorum. Yolum uzundu.

Yürüdüm… Hacı Bektaş' ı Veli'ye uğradım. Oradan Mevlana'ya geçtim. Uzunca bir süre Yunus Emre'yi aradım. Buldum. 'Bir ben vardır ben de bana seni gerek seni' dedim. Kapısının eşiğine yığıldım. Zor kalktım. Cehenneme vardım. Yandım. Yana yana kendimi dışarı attım. Soğuk sulara daldım. Her düşmek yıkılmak değildir diyerek ayağa kalktım. Sonra Aşık Veysel'e uzandım. Gölgesinde yattım. Serindi. Toprağı kokladım. Halkın arasına karıştım. Orhan Veli'yi tanıdım. Anladım. Sonra Ilgın köyüne uğradım. Attila İlhan da o köyde yaşamış bir süre. Meğer o köyde doğmuş Zülfi Livaneli de.

Derler ki kentli bir halk ozanı olmuş.

Allah Allah!

Kentli halk ozanı olmak da ne demek?

Ozan herkesin ozanı değil midir?

(Seyirciden alkış alkış!)

***

Evet ışıklar yandı.

Sahnedeyim.

Seyircide sessizlik.

Efekt den bir ses:

'Nereye gidiyorsun?' dedi.