Roma İmparatorluğu'nun M.S 1. yy'da yaptırdığı bir sayımda, Anadolu toprağının 13-14 milyon nüfusu besleyebileceği tespit edilmiş.

Genç Cumhuriyetin 1927 yılında nüfus, 13 milyon civarıdır.

En az 12 bin yıllık bir geçmişe sahip Anadolu tarım kültürünün, son iki bin yılda pek değişmediği görünüyor. Yani saban ve öküze dayalı işleme kültürü ve karma tarım kültürü, sürgit devam etmiş.

  1. ve 19. yy'da Avrupa'da yaşanan sanayileşme aşaması, Osmanlı'da yaşanmayınca, tarıma dayanan hammadde temin koşullarını zorlayacak bir sebep de ortaya çıkmamıştır. Avrupa'nın yaşadığı sanayileşmeye ait sonuçlar, Osmanlı'da sadece siyasi sonuçlar vermiş ve yeni toprak kullanım esaslarına göre, 'mültezimlerden' kaynaklanan bir lord-bürokrasisi oluşumuna yol açmıştır. Bu durum köylerde hakim güç olan 'bey'lerin' daha erken çözülmesine ve çiftçilerden önce yok olmasına / göç etmesine yol açmıştır.

Köylerin ve köylülerin asıl çözülmesi, 1950'den sonra başlar. Kırdan kente hızlı bir göç dalgasıdır bu.

Köyden kente göçen ilk dalga olan bey ve lord-bürokrasisi işte burada tekrar sahneye çıkar.

Kentin esnafı, tüccarı, eşarf ve ayanları, genelde bu birinci kuşak göçenler olunca, daha sonra gelenler için bu kesim, toplumsal yapı ve değişim açısından 'tampon' görevi görmeye başlar.

Kentin çeperlerinde bir yığılma ve yerleşme kültürü oluşur.

Toplumsal bağlar ise hemşehrilik, tanıdıklık ve tanınırlık üzerinden yürütülür.

Kentteki yığılma hızı sanayileşme hızı ile atbaşı gitmeyince şehirde bir işçileşme, amelleleşme sürecine girer, kırsalın göç edenleri.

Onlar artık ne kentli, ne de köylüdür.

Kente göç edenler artık eski köylülerdir ve onlara tarımsal üretim anlamında köylü diyemeyiz.

Kaldı ki; artık bunlar, köye de dönemez ve dönmez. Fakat köye ve köyde kalanlara, üretime, toprağa, toplumsal yapıya, değişime etkileri devam eder. İşte sorun tamda buradadır: Geriye doğru kısmen üretime katılma ve pay alma kültürü sürerken, ileriye doğru olan bağlantıların önü kesilmiştir.

Prof. Dr. Mübeccel Belik KIRAY'ın dünya literatürüne kazandırdığı 'tampon mekanizmalar' kavramının (bu) sahipleri, bir taraftan kırdan çözülenlerin şehre hızlı adaptasyonunun önünü kesmiş, diğer taraftan ise kent'e tutunmalarını sağlamıştır. Yani çift taraflı bir tampon rol oynamıştır.

Kanaatimce bu durum, tarımın örgütleşmesinin de önemli bir sorunudur.

Tıpkı, Profesör KIRAY'ın ' İzmir'in örgütleşmesi' çalışmasındaki, eski küçük esnaf kültürünün ve eski ticaret, alış veriş kültürünün, İzmir'in sanayi örgütleşmesinin önünü kestiğine dair düşüncesi gibi.

Tarımın örgütleşmesinde doğrudan üretimde bulunanlar yerine, tampon iradelerin devrede olması, örgüt yapılarının çok kolay siyasal ve çıkar içeriğine bürünmesine yol açmaktadır. Kamu bürokrasisi ise bunu ya fark etmemiştir ya da işine öyle gelmektedir.

İkibinli yıllarda bu mekanizmaların daha da çeşitlendiğini görüyoruz. Ancak olumsuz anlamda.

Bey'ler, siyasi parti temsilcileri, köy yöneticileri, kentin eski göçenleri, eski göçenlerin memurları, işçileri, ücretlileri, yeni yeni dinsel temsilciler, bu çeşitliliği oluşturuyor.

O halde bize düşen ısrar değil, ikrar etmektir.