Dünü kimileri 'Dünya Basın Özgürlüğü Günü' kimileri 'Türkçüler Bayramı' kimileri de 'Milliyetçiler Günü' olarak kutladı. Dünya Basın Özgürlüğü Günü gündemimize daha sonra giren ayrı bir olay, kimi Türk milliyetçilerinin/Türkçülerin 1944'ten beri kutladıkları 3 Mayıs ise daha ayrı bir olay.

1944; Türkiye'nin önemli yol ayrımlarının yaşandığı bir yıldır. Yine 1944, Türk milliyetçilerinin/Türkçülerin önde gelenlerinin tutuklandıkları, tabutluklara atıldıkları, yargılandıkları ve sonunda beraat etmelerine rağmen aylarca hapislerde tutuldukları bir yıldır. Ama ne gariptir ki, Türk milliyetçileri/Türkçüler o yıldan beri her 3 Mayıs'ı 'Türkçülük Bayramı/Türkçüler Günü' olarak kutlar. İşkencelerin yaşandığı, özgürlüklerin geçici de olsa kaybedildiği bir sürecin başlangıcı sayılan bir günün bayram olarak kutlanması, birçoklarına bir çelişki gibi görünse de olayların kronolojisi takip edildiğinde; bunda bir çelişki olmadığı açıkça görülür.

3 Mayıs 1944, İsmet İnönü'nün meşhur nutkunu vermesinden ve henüz devletin bütün unsurlarının başta Hüseyin Nihal Atsız olmak üzere önde gelen Türkçülerin üzerine var güçleriyle gitmeye başlamasından önceki bir tarihtir. O insaf ve izan dışı saldırı İsmet İnönü'nün 19 Mayıs 1944'teki meşhur nutkundan sonra başlar. Onun içindir ki 3 Mayıs çilenin yadı değil bir başka eylemin bayramı olarak hem de Nihal Atsız, Alparslan Türkeş ve arkadaşları tarafından ilk defa hapishanede kutlanır.

Olaylar görünüşte Hüseyin Nihal Atsız'ın Orkun Dergisi'nde zamanın başbakanı Şükrü Saraçoğlu'na yazdığı iki açık mektupla başlar ama gerçekte savaşın kaderinin belli olmasına yani 1943'ün sonlarına, 1944'ün başlarına kadar gider. Daha önce savaşın her iki tarafını da idare etmeyi hedefleyen İsmet Paşa Türkiye'si artık yol ayrımındadır; müttefiklere yanaşacaktır. Hüseyin Nihal Atsız'ın mektubu, o insafsız saldırının sebebi değil bahanesidir. Türkçüleri 'ırkçılık ve Turancılıkla suçlamak' aynı zamanda Sovyetler Birliği'ne zeytin dalı uzatmaktır. Denge böyle bir şeydir ve İsmet Paşa hayatı boyunca hep dengeden yana olmuştur. 1944'te Türkçülerin üzerinden geçen devlet silindiri iki yıl sonra da solcu/Marksist akademisyenlerin üzerinden geçecektir. Hüseyin Nihal Atsız'ın 1944'teki açık mektubunda suçladığı akademisyenlerin tamamının 1946'ta tasfiye edilmesi tesadüf değildir. Artık Sovyetlerle Batılıların da yolu ayrılmıştır ve bizim tercihimiz de Batılılardan yanadır.

3 Mayıs'ın İnönü'yü korkutan bir başka yönü daha vardır ve Türkçüler tarafından bayram ilan edilmesinin asli sebebi de odur. 3 Mayıs'ta Hüseyin Nihal Atsız, Sebahattin Ali'nin açtığı hakaret davasının ikinci duruşması için İstanbul'dan Ankara'ya gelir. O gün Ankara gençliği ayaktadır. Ankara Garı insan kaynamaktadır. Hüseyin Nihal Atsız, Gar'dan Anafartalar'daki adliye binasına gençlerin omuzlarında ve yeri göğü inleten tezahüratları arasından gelir. Sebahattin Ali gençlerin tezahüratlarından korkar ve mahkeme salonundan kaçar. Hüseyin Nihal Atsız, geldiği gibi yine gençlerin omzunda ve tezahüratlar arasında trene gider dönüş için.

Bu o güne kadar Türk gençliğinin devletin izni ve talimatı dışında yaptığı ve asla kabul edilmesi mümkün olmayan ilk eylemdir. Tek parti döneminin buna kayıtsız kalması söz konusu olamazdı, olmadı da. İnsanlar hedef gösterildi, insanlar tutuklandı, tabutluklara atıldı, sıkıyönetim mahkemelerinde yargılandı.

O günün kurbanları Uğur Mumcu'nun ifadesiyle ülkenin yetmişli yıllarına ve sonrasına damgasını vurdu. O günlerin kahramanları artık ebedi alemdeler. Nurlar içinde yatsınlar. Onların açtığı yoldan yürüyenler her 3 Mayıs'ı 'Türkçüler Günü/Türkçülük Bayramı' olarak kutluyor. Bayramın adı onlar tarafından konulmuştur, başkaları tarafından değiştirilmesi söz konusu değildir.