İmar affı af mı eder? Yoksa mahf mı eder?
Bir büyük ailenin yok olmasına neden olabilecek sonuçları doğurması mümkün olan bir yasal düzenleme, devlet eliyle insan hayatını ve malını yok etmek olmaz mı?
Nasıl mı şöyle: Bütün binaların durumu aynı olmadığı için biraz örnek vererek yazmam gereklidir.
Binanın arazi tapusu vardır. Fakat inşaat ruhsatı ve projesi yoktur. Yani teknik hesaplardan mahrumdur. Bir kalfa tarafından yapılmıştır. Bu yasaya göre ruhsata bağlanması, yapı kullanma izini verilmesi ve kat mülkiyeti kurulması mümkündür. Peki, binalar ayakta durabilecek statik yeterliliğe sahip mi tır. Sadece beton kalitesini belirleyen numune alınarak yapılan betonun basınca dayanım deneyi sonuçları sağlamlık garantisi vermez. Betonarme çeliğinin türü ve kalitesi ile donatının kurallara uygun yerleştirilip yerleştirilmediğine dair belirsizliği sağlıklı olarak netleştirmek mümkün değildir. Belki röntgen ışınları ile bir bilgi edine bilinir. Ama uzun zaman ve para gerektiren bir iştir.
Diğer bir kategori de ruhsatlı ve projeli binalara yapılan ilave ruhsatsız katlardır (İstanbul Kartal'da çöken bina gibi ). Bir projesi olduğu için inceleme için biraz daha şanslıdır. Fakat ilave katların durumu projesiz binalar gibidir. Bu binalara sadece mimari ilave proje ve tapu malikleri muvafakati ile imar affına göre ruhsat, yapı kullanma izini verilerek neticede kat tapusu alınması mümkündür. Peki, ilave katlar sebebi ile oluşan statik etkileri karşılayabilecek bir taşıyıcı sistemi olup olmadığı hususu zaman ve emek maliyeti yüksek olan bir çalışmayı gerektirir. Sonuç olarak mutlaka ve mutlaka hesap sistemleri ve standartlar değiştiği için binanın ciddi bedelli güçlendirme maliyeti ortaya çıkacaktır.
Bu iki türde kesin sonuç şöyle olacak vatandaş bu maliyetleri görünce vazgeçecektir. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim. Sebebi şudur: 1981 yılında ilk çıkan 2805 sayılı imar affı yasası zamanında zamanın danışma meclisi üyelerine Samsunda ki binalar hakkında raporu ben sunmuştum. Devamında ise 2981 sayılı yasanın çıkarılması esnasında da ANAP genel merkezinde bu konuda brifing vermiştim. Daha sonra yasa birkaç kez daha değişmişti.
Binaların taşıyıcı sistemini etkilemeyen kusurlar için burada bahsetmeye gerek yoktur. Sadece estetik mahsur doğurur. Devlet mahsur görmeyebilir. Yani af edebilir.
Sonuç: Anayasamıza göre devlet vatandaşın can, mal ve sağlık güvenliğini korumak zorundadır. Statik yeterliliği olmayan, çökebilecek binalara insanların oturması için izin veremez. Bu konuda bir soru önergesini TBMM sine sunulmak üzere hazırladım. Gönderdim.

Gelelim yaylalara, daha doğrusu mülkiyeti olmayan arazilere.
Sevgili okurlarım bunca tecrübeme rağmen nasıl yasal ve anayasal mesnede oturtulacağını anlayamadım.
Tüm yurttaşların mülkü olan meralar yapılı hale getirilemez.. Özel mülkiyete konu olamaz. Doğu Karadeniz Bölgesi yaylalarında bu tür 100.000 in üzerinde bina yapılmıştır.
Vatandaşın elinde müracaat ettiğine ve bedeli yatırdığına dair belgeden başka bir belge olmayacaktır. İşe yarar mı? Belki de yarar. Bu konuda bir yasa çıkarılır, Bu belgeler mülkiyet gibi kabul edilir ifadesi konularak bir manevra daha yapılabilir.
Yayla doğumlu ve 1945 yılında yapılmış müştereken yayla evi olan birisi olarak şu kanaate sahibim.
Yayla evleri geleneksel mimari tarzında ve büyüklüğünde, mevcut binaların yapıldığı yerlerde, yapılabilir. Bu binalar mutlaka belgelendirilmesi gerekir.
Bu belgelendirme işlemi bir ruhsat şeklinde olmamalıdır. Devlet hangi koordinatlarda hangi evin ( yıkık veya yapılı ) olduğunu bilmelidir.
Bu binaların yayla turizminde kullanılıp kullanılamayacağı potansiyel raporunun hazırlanması gerekir
Her halükarda yaylalarda geleneksel yaylacılığın sona erdiği ve yazlık konut yapımın hızlandığı başladığı 2000 yılı sonrası binalar yok sayılmalıdır. Mera alanlarına bina olarak yayılmak teşebbüsleri kati kurallarla önlenmelidir.