Genç milletvekilinin yıldızının giderek parladığı, ikbal basamaklarını hızla çıkmaya başladığı yıllardı. Bir sabah kahvaltısında biz basın mensuplarıyla biraraya gelmişti. Şık giyiniyor, güzel konuşuyordu. Şimdilerde çözüm süreci denilen ama o günlerde adı henüz net konulamayan süreç yeni başlamıştı, süreci anlatıyordu. Diyarbakır’a gitmiş, kervansarayların avlularındaki lokantalarda kebaplar yemiş, çaylar, kahveler içmiş ve yöre halkıyla sohbetler etmiş. Yöre halkı ne kadar da devlete bağlıymış, ne kadar da Türkmüş(!) Bunları anlattı uzun uzun ve sonra partisinin il başkanına döndü ve “Lütfen, Osman ağabeye seyahat sponsoru olalım Diyarbakır’a gönderelim, bunları kendi gözüyle görsün” dedi.

Konuşması bittikten sonra sözü ben aldım, genç milletvekili ne kadar sakin ve ne kadar tane tane konuşmuşsa ben de o kadar sakin ve o kadar tane tane konuştum: “Öncelikle nazik(!) sponsorluk jestinize teşekkür ediyorum, sağ olun ama Diyarbakır’a gitmem için sponsorluğunuza gerek yok. Kaldı ki benim oraların Türklüğünü öğrenmek için oralara gitmeye de ihtiyacım yok. Ben tarihi bilirim, oraların ne kadar Türk olduğunu iyi bilirim. Endişem oraların Türk olmaması değil Türkün giderek Kürtleştirilmesidir. Bir halktan, bir millet yaratıyorsunuz. Benim korkum odur.”

Keşke tersi olsaydı ama ne yazık ki zaman iyimser beklentilerin boş bir hayal benim korkumun ise gerçek olduğunu ortaya koydu. İktidar partisi yöneticilerinin, kabine üyelerinin de artık kabul ve itiraf ettikleri gibi süreç, PKK’nın alan hakimiyetini ele geçirmesi gibi beklenenin tam tersi bir sonuç verdi. Türk Devleti önce kırsaldan sonra da şehir merkezlerinden uzaklaştı, kışlalara ve karakollara sıkışıp kaldı. Artık ülkenin bir bölümünde Türk Devleti sadece şeklen vardır, kağıt üzerinde vardır, kırsalda da şehirde de alan hakimiyeti ve eylem üstünlüğü maalesef ayrılıkçı eşkıyanın elindedir.

Ve daha hazini devletten umudunu kesen yöre halkı, süratle Kürtleşmeye ve PKK’lılaşmaya başlamıştır. Düne kadar devletin yanında olan yaşlılar bile en az on yıldır devleti tanımayan ve devletle savaşmak ideolojisiyle yetişen/yetiştirilen genç nesille birlikte sokaklarda, caddelerde, meydanlarda asker ve polis taşlamakta, karakollara ve kışlalara saldırmaktadır. Kendisinin gölgesinde doğup büyüdüğü ve bugüne kadar korkusuzca yaşadığı, ecdadının asırlarca gölgesinde ebedi uykusunu uyuduğu şanlı bayrağımızı yakıp yırtmaktadır.

Bu vatanın bir parçasında bu milletin bir kısmı, hızla kendi milli kimliğinden uzaklaştırılmakta, yabancılaştırılmakta ve hatta düşmanlaştırılmaktadır. Her geçen gün işler zorlaşmaktadır ama hala hiçbir şey bitmiş değildir. Eminim ki oralarda devlet hakimiyeti yeniden sağlanabilir ve devletin bölünmeme iradesi siyasetin kısır çekişmelerine kurban edilmeyerek bölge halkına gerekli güven verilebilirse, onlar da eskiden olduğu gibi yeniden devletin yanında yer alır.

O sohbette yıldızı hızla parlayan o genç siyasetçiye “Güneyde ABD’nin desteğiyle Barzani düzenli ordu kuruyor. Bugün PKK’nın kaleşnikoflarıyla baş edemiyorsunuz. Yarın düzenli orduların konvansiyonel silahlarıyla karşılaştığınızda ne yapacaksınız?” diye sormuştum. Cevap alamadığım o soru, maalesef bugün de geçerlidir ve olumlu cevap verilmesi her geçen gün biraz daha zorlaşmaktadır.