O, yalan dünyada gücün zirvesine doğru yürürken ben gazeteci kimliğimle onun karşısındaydım. O yalan dünyayı terk edip Hakk’a doğru yürürken de salt bir insan olarak tabutunun arkasındaydım.

Yöneticiliğin ve gazeteciliğin kaderinde vardır zaman zaman karşı karşıya gelmek; tıpkı maçlardaki gibi, tıpkı sahnelerdeki gibi. Kimi zaman başarılı bir hizmeti övmek kimi zaman ve çoğunlukla da bir yanlışı vurgulamak, bir tavrı eleştirmek ve bir projeyi, bir uygulamayı ve hatta bir duruşu bir sorgulamaktır gazetecinin işi. Ama meslek ahlak kurallarının ve insani erdemlerin sınırları içinde kalarak ve övgüyü yalakalığın ucuzluğuna eleştiriyi ise hakaretin çukuruna düşürmeden yapmaktır.

İç dünyasına giremeyen halk kesimi, dış dünyasının soğukluğunu ve katılığını dillendirmiştir. O buzulu aşmayı başaran dostları ise iç dünyadaki sıcaklığı ve verdiği güven duygusunu anlatmışlardır ısrarla. Soğukluğunun ya da sertliğinin ne kadarı mizacından kaynaklanıyordu ne kadarı bulunduğu makamın şartlarının gereği idi bilemiyorum. Ama o sertlikte “hayır” demeye mecbur ve mahkum o makamın etkisini ve bir numaralı koltuktaki kader arkadaşıyla rol paylaşımının katkısını yok saymak mümkün değildir ve galiba çoğunluk hissesi o paylaşımındır. İki numaralar her zaman bir numarayı toplumsal tepkiden kurtaran ve onu olumlu sunabilmek için tüm olumsuzlukları üstlenen, toplumsal tepkileri bir numara üzerinden kendi üzerine çeken paratoner görevini üstelenmişlerdir. Bu onun da kaderi olmuştu.

Bizim mesleğin ve adamlığın temel kurallarından birisi de sözü sağlıkta ve güç makamındayken söyleyebilmek, eleştiriyi o zaman ve hepsinden de önemlisi kendi adını sanını ortaya koyarak ve sadece kendi adına yapabilmektir. Ve asla başkasının duldasına sığınmamaktır.

Güç makamındayken hiç yanında yöresinde olmadığım Kenan Şara’nın son yolculuğunda ailesinin, dostlarının, sevenlerinin yanında ve tabutunun arkasında camiden mezara kadar bu duygularla yürüdüm. Nur içinde yatsın.