Türk milletinin
tarih boyunca yüzbinlerce
şehit ve gazi verdiği
askeri
zaferleri,
birbiriyle kıyaslamak
ve yarıştırmak
gibi sinsi gayretler,
akıllara durgunluk veriyor...
26 Ağustos Malazgirt
Zaferi'nin 946'ncı yıldönümü,
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın
talimatlarıyla ilk kez bu kadar
büyük coşkuyla kutlandı...
Önümüzdeki yıllarda
yapılacak düzenlemelerle,
daha da görkemli
kutlanması sağlanacak...
Malazgirt Zaferi'ni
küçümsemek,
kimin haddine?..
Malazgirt; sadece bir askeri zafer değil
Türklerin,
asırlar önce
bir savaş suçlusuna nasıl muamele edilmesi
gerektiğini gösteren
insanlık dersidir aynı zamanda...
Bilmeyenlere hatırlatalım:
Selçuklu Sultanı Alpaslan;
esir aldığı Bizans İmparatoru
Diyojen'i çadırına çağırıp,
"Siz, benim yerimde olsaydınız, ne yapardınız?"
diye sorar...
Diyojen'in cevabı, "Ya atımın kuyruğuna bağlar, sürüklerdim veya bir demir kafes içerisinde diyar diyar gezdirirdim" olur...
Alpaslan tekrar sorar:
"Benim, size ne yapacağımı sanıyorsunuz?"
"Ya boynumu vurduracaksınız yahut da benim size yapmayı planladıklarımı yapacak zaferinizle övüneceksiniz"
Sultan Alpaslan, yanındakilere döner
ve imparatoru işaret ederek korkunç bir sesle bağırır:
"İşte aramızdaki fark"
Alpaslan, Diyojen'i
Türk misafirperverliğiyle
ağırlayıp,
can güvenliğini sağlayarak özel savaşçılar
eşliğinde memleketine gönderir...
Malazgirt demek;
savaşlarda asker-sivil
ayrımı yapmadan
okul, hastane ve ibadethane dinlemeden
masum insanların
katledildiği dönemde,
asırlar öncesinde
bir esire
nasıl davranılması gerektiğini
dünyaya hatırlatmaktır...
Malazgirt başka,
Dumlupınar başkadır...
İkisini kıyaslamak,
tarih bilmemezliktir;
akıllara ziyan
sakat bir düşüncedir...
Biri, Türklerin yurt edinmek için
verdiği tarihi
bir varoluş savaşıdır,
diğeri o yiğitlerin
bizlere bıraktığı
bu yurdu teslim almak isteyenlere
karşı verilmiş bir
namus mücadelesidir...
30 Ağustos Zaferi,
öyle kolay kazanılmamıştır...
Dışarıdaki hainler ve
içerideki işbirlikçilerle
uğraşmak zordur.
Meclis'te "Savaşmayalım yenileceğiz" diyenler de
vardır...
Mustafa Kemal, o gün onlara şöyle seslenir:
'Arkadaşlar, işittim ki bazı arkadaşlar yoksulluğumuzu bahane ederek memleketlerine dönmek istiyormuş. Ben, kimseyi zorla Milli Meclis'e davet etmedim. Herkes kararında hürdür, bunlara başkaları da katılabilir. Ben bu mukaddes davaya inanmış bir insan sıfatıyla buradan bir yere gitmemeye karar verdim. Arzu ederseniz hepiniz gidebilirsiniz. O takdirde asker Mustafa Kemal, mavzerini eline alır, Elmadağı'na çıkar, orada tek kurşunu kalıncaya kadar vatanı müdafaa eder, kurşunlarım bitince bu aciz vücudumu bayrağıma sarar, düşman kurşunlarıyla yaralanır, temiz kanımı mukaddes bayrağıma içire içire
tek başıma can veririm. Ben buna and içtim.'
Mustafa Kemal, düşmanın gücünü
ve imkanlarını da bilir. Kararını verdiği anda,
o Çin Sarayı'na
40 kişiyle
saldıran
bir Kürşat olur...
30 Ağustos'u
küçümsemek
kimin haddine?..
26 Ağustos 1071,
Bizans İmparatorluğu'nun
hezimete uğratılıp,
Türklerin Anadolu'yu yurt edindiği
bir büyük
gururu;
30 Ağustos 1922 ise
ecdadımızın
miras bıraktığı ve
"namus" diye tanımlanan
vatan toprağını emperyalist güçlere
teslim etmemek için
verilmiş büyük bir mücadeleyi
hatırlatır...
İkisi de bizimdir...
İkisi de ortak
onur ve gururumuzdur...
Tarihimizi
küçümsemek için
Malazgirt'i
yok sayanlar
ile sırf Atatürk düşmanlığı
yapmak için
30 Ağustos Zaferi'ne
burun kıvıranlar
aynı yanlış yolun yolcularıdır...
Aslında bu düşünce,
şehitlerimizin kemiklerini
sızlatmaktan başka bir şey
değildir...
Vefasızlıktır!..
Yenilmişlik acısını
asırlardır unutamayanların
bizleri şanlı geçmiş ve milli hasletlerimizden
sinsi ve tehlikeli oyunlarla
koparma gayretleri de
boşa çıkacaktır...
Tarihimizle övünmek ve geleceğe umutla bakmak,
hakkımızdır!..
Zaferlerimiz kutlu olsun!..