1960 darbesinde Gürün Ortaokulu ikinci sınıf öğrencisiydim. Her gün Ziraat Bankası dış duvarındaki panoya asılan yolsuzluk, zimmet ve 'düşüklerin akıl almaz servetlerine' ilişkin haberleri okurduk.

'Düşükler' diye ifade edilenler Demokrat Parti yöneticileriydi. Onlardan 'sabık ve sakıt' diye de bahsedilirdi gazete ve radyo haberlerinde. 'Sabık ve sakıt' Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın 103 milyon parası, Adnan Menderes'in 100 civarında Mercedes otomobili olduğu söylenir, yazılır çizilirdi. Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu'dan da 'Bay yüzde on' ya da 'Bay yüzde beş' diye bahsedilirdi. Her ihaleden, her işten bazen yüzde on, bazen yüzde beş komisyon alırmış, onun için bay yüzde on ya da bay yüzde beş denirmiş.

Bunlar para pul üzerine yaygın ve neredeyse mutlak doğru olarak sunulan rivayetlerdi. Bir de en üst makamdan müdevver 'öldürülen üniversite öğrencilerinin Ankara-Konya asfaltına gömüldüğü' iddiası vardı. Milli Birlik Komitesi Başkanı Orgeneral Cemal Gürsel, basın toplantısında açıklamıştı. Söyleyen de Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alay Komutanı Albay Osman Köksal'dı. Köksal'ı o makama DP iktidarı getirmişti ama Köksal cuntanın elemanıydı. 27 Mayıs gecesi de devletin ve hükümetin yanında değil cuntanın içinde ve emrinde yer almıştı.

Gazetecilerin büyük katılımıyla kepçelerle kazıldı Ankara-Konya Devlet Karayolu. Herkes kemiklerden bir dağ bekliyordu. Cemal Gürsel basın toplantısında 'Bizim Osman yalan söylemez' demişti. Ama bırakın dağını bir tek kemik bile çıkmamıştı. Yıllar sonra da Ankara-Konya yolunu kepçelerle kazarak iktidarın katlettiği gençlerin kemiklerini arayan TSK'nın Güneydoğu'da birçok kışlası yine basının önünde ve yine kepçelerle kazılacak ve bu sefer de TSK'nın katlettiği 'özgürlükçü Kürtçü aydınların(!)' iskeleti aranacak ve yine bulunmayacaktı. Pardon, birçok kemik bulunmuştu ama insan kemiği değil hayvan kemiği idi.

Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu'nun Yassıada'da 'yaptırılmayan savunmalarını' yıllar sonra gazeteci Hulusi Turgut yayınladı. Fatin Rüştü Zorlu savunmasını -mealen söylüyorum- şöyle bitiriyordu: 'Yolsuzlukla suçlanan ben Taksim'de, Boğaz'a nazır kırk odalı bir konakta dünyaya geldim. Beni sizin karşınıza çıkaran kuvvet, Ankara'da altı odalı bir kooperatif evinde aldı. Zenginleş miyim, fakirleş miyim, taktirlerinize bırakıyorum.' Bugünün gençleri için ne kadar inanılmaz ve istisnaları olmakla birlikte bugünün siyaset anlayışına ne kadar aykırı bir hal!

Bunları hatırlamama Nilüfer Gürsoy Hanımefendinin yeni gördüğüm '27 Mayıs Darbesi ve Bizler' kitabı vesile oldu. Nilüfer Gürsoy, Milli Mücadele döneminin Galip Hocası, Gazi Meclis'in açılışından 1960 darbesine kadar devamlı üyesi, İktisat Vekili, Başbakan'ı, İş Bankası'nın ve DP'nin kurucusu ve Üçüncü Cumhurbaşkanımız Celal Bayar'ın kızı; akademisyen, darbe sonrasında Adalet Partisi milletvekili.

Kitabında, darbe sonrası Cumhurbaşkanlığı Köşkü'ndeki kasanın açılışını ve içinde çıkanları anlattığı bölüm hem düne, dünün siyaset ve ahlak anlayışına saygı duymamız ve hem de o tavrı yarınlara rehber edinmemiz için son derece önemli. O bölümü aynen aktarıyorum:

'Babamın kasası açılırken, dışarıda salonda oturuyordum. İçinden kim bilir ne çıkmasını beklerken bir-iki evrak, Kavaklıdere'deki evin tapu senedi ve son aldığı 1.706 liralık ile 5.000 TL'lik Ziraat Bankası tahvilatı çıkınca şaşırmışlardı.'

Onlar bir başka siyaset anlayışının temsilcileriydiler. Nurlar içinde yatsınlar.