İnanır mısınız değerli okuyucularım, aşağı yukarı 40 yıldan fazla süreç içinde, verdiğim konferanslar, yazdığım makalelerde işlediğim en önemli konu, çevre ile ilgili sorunlardı. Özellikle, 1970 ve 1980’li yıllarda söylemlerimin çoğu fantezi tarzındaki fikirler olarak kabul gördü ve aynı zamanda, ülkemizdeki en önemli hastalık olan karalama kampanyalarına maruz kaldım. Aradan geçen uzun süre sonra, söylediklerimin su yüzüne çıkmasının pek anlamı olmasa gerektir. Zira, sular köprünün üzerinden akmaya başlamıştır. Fakat, bütün bunlara rağmen, ilgili kuruluşların daha ayılmadığı kanaatini taşıyorum. Anadolu coğrafi yapısı icabı, ortalama 1000 metre yüksekliğinde bir platodur. Bunun yanında, bitki örtüsü; daha doğrusu orman bakımından oldukça fakir bir ülkedir. Avrupa ülkeleri, Kanada ve ABD’de gördüğüm en önemli husus, yeşilliğe ve özellikle ormana verdikleri önem oldukça ileri düzeydedir. ABD’de tahsilim sırasında hayret ettiğim en dikkate değer hususun, yine orman ve ağaçlara verilen önem olduğunu gördüm. Bir Amerikalı arkadaş ile konuşurken, ıhlamur çiçeklerini çay gibi kullandığımızı söylediğim zaman, bana üniversite yerleşkesinde, iki tane ıhlamur ağacının olduğunu ve yerini tarif etti. Bunu nasıl bildiğini söylediğim zaman, yerleşkedeki tüm ağaçların kütüğü olduğunu ve kayıtlı olduklarını söyledi.
Eğer bir yer vatanız ise, onu vatan yapmak insanı, ağacı, ormanı, bitkisi, çiçeği, böceği ile onu korumak en önemli görevinizdir. Müslümanlıkta yeşil kutsal bir renk olmasına rağmen, yeşil olan bitkilere karşı düşmanlığı anlamam mümkün değildir. Ormanın, bitkilerin, çiçeğin, böceğin bize ihtiyacı yoktur. Bu topraklarda yaşamak istiyor isek, bizim onlara ihtiyacımız vardır. Ormanları yok ettikçe, yanlış yollar açtıkça, meraları ve yaylaları tahrip ettikçe, bu topraklardaki mevcudiyetimizi baltaladığımız gerçektir. Ormanları yok ederek, meraları ve yaylaları beton yığınları haline getirerek ne yapılmak isteniyor anlamam mümkün değildir. Zaten, doğal dengeyi bozarak, mevsimleri bile değiştirdik. Küresel ısınma ve mevsimlerdeki değişiklikler, meteorolojik olayların kısa dönemde şiddetli olarak ortaya çıkmasının nedenidir. Sıcaklıklar normalin üzerinde, yağışlardaki düzensizlik ve en önemlisi birim zamanda düşen yağışın fazla oluşunu ortaya koyar. Bütün bunlara karşı beton ile mi mücadele edilecek? Lütfen daha komik bir şey söyleyiniz de bari gülelim. Yoğun yağış ve bunun tutunacağı bitki örtüsü olmayınca, zaten engebeli olan coğrafik yapımız sebebi ile, felâketlerin yaşanması doğaldır. Daha önceki bir makalemde yazdığım gibi, şu anda yağışların meydana getirdiği seller ile boğuşuyoruz. Eğer, bu sarhoşluktan ayılmaz isek, bu sefer çamurlar bizi önüne katarak denize gömecektir. Tehlikenin boyutları çok büyüktür. Olacakları düşündükçe ürperiyorum. Lütfen, Artvin’deki felaketi sonuçlarını ve bize verdiği ihtarı iyi değerlendirelim. Sellerin sürüklediği ağaç kütükleri, menfezleri ve köprüleri tıkamıştır. Bunun sebebi, yükseklerdeki ağaç kıyımının en önemli göstergesidir. Artvin ve Hopa’daki canlarını kaybedenlere, Allah’tan rahmetler diliyorum. İnsanlara lâf anlatamadığımıza göre, Allah’a dua ederek, “inşallah bunlar son olur ve insanlara akıl fikir ver Allahım” demekten başka bir şey söyleyemiyoruz. Elbette, takdiri ilahîye inanıyoruz, ama öncelikle tedbiri almak gerekir. Gelişmiş ülkelerde de tabii felaketler olmaktadır. Fakat, ülkemizdeki zarar seviyesinin 1/20’i kadardır. İlgililere Allah’tan akıl fikir vermesini diler, saygılarımı sunarım.