Hilafetin saltanata dönüşmesi, Emevilerle başlar. İlk dört halifenin dördü de değişik şekillerde de olsa seçimle o makama gelmesine rağmen Muaviye ile birlikte hilafet babadan oğula geçen bir saltanata dönüşmüştür. Hilafeti aldıktan sonra Hicaz halkına yaptığı bir konuşmada 'Allah'a yemin olsun ki iktidara geldiğime sevinmediğinizi biliyorum. Ancak ben iktidarı kılıcımla ele geçirdim' diyordu. Kılıç, Muaviye'nin elinde olduğu sürece; halkın sevip sevmemesinin ne anlamı vardı ki?

Hilafet, ne kadar erdemse saltanat da o kadar korkudur. Dinin ve dine dayanan hilafetin esası ne kadar hem Allah'a hem de kula karşı doğru olmak ve doğru söylemekse, saltanatın esası da hem sultana hem de halka karşı yalan söylemektir. Allah doğruluğu ve dürüstlüğü emreder, saltanatsa yalanı ve tabasbusu.

Muaviye Yezid'e biat(bağlılık) almak için bölge temsilcileriyle yaptığı toplantıda Basra temsilcisi el-Ahnef b.Kays'ın hep suskun durduğunu fark eder ve 'Kays, sen neden hep susuyorsun, neden almaya çalıştığımız biat hakkında konuşmuyorsun?' diye sorar. Kays'ın cevabı insanlık için bir ibret vesikasıdır: 'Doğruyu söylersek senden, yalan söylersek Allah'tan korktuğumuz için susarız.'

Allah'ın yalanı cezalandırdığı yerde din adına hareket ettiğini iddia eden ve bir unvanı da 'Zillullah-ı fi'l alem(Allah'ın yeryüzündeki gölgesi)' olan saltanatın, doğruyu cezalandırması ve ulemanın da Allah korkusu ile saltanat korkusu arasındaki çaresiz suskunluğu ne hazindir. Daha da hazin olanı, kimi alimlerin susma yürekliliğini bile gösterememesi, kul korkusunun Allah korkusuna baskın çıkması ve yalan söylemesi, en azından başkasının yalanını onaylaması.

Devlet adamlarının, yanlışları bile onaylayan yalancı ve dolayısıyla sahte alimlere ve aydınlara değil inandığı gerçeği her ne pahasına olursa olsun söyleyen akıllı ve bilgili musahiplere(danışmanlara) ihtiyacı vardır. Dış siyasette özellikle son beş altı yılda işlediğimiz ve şimdilerde doğru olarak terk etmeye başladığımız yanlışların temelinde devlet umuru görmemiş danışmanlar kadar doğruyu söylemekten korkan ve sessiz kalan, dahası yanlışı makam ve ikbal umuduyla bile bile onaylayan akademisyenlerin, yazarçizer ve kanaat önderlerinin de payı vardır.

Cumhuriyetin birçok doğrusunun kökü Osmanlıya ondan da öte ta Orta Asya Türk Devlet geleneğine dayanır. Asırların tecrübesiyle oluşmuş kurallardır onlar. 'Yurtta sulh cihan da sulh' da onlardan birisidir ve son derece doğrudur. Şimdilerde kimi siyasetçilerin ve köşe yazarlarının biraz da mahcup ifadelerle o sloganın doğruluğunu vurgulaması ve o politikaya dönüşü seslendirmeleri sevindiricidir.

Gönül bu çizgiye bunca yüksek maliyetli başarısızlıklardan sonra gelmeyi değil bu çizgiden hiç kopmamayı arzulardı. Ancak yanlışta ısrar edilmemesi ve doğruya gelinmesi de bir kazançtır. Dilerim ki, gerek iç politikada ve gerekse dış politikada tüm yanlışlardan aynı basiretle dönülür. Bu basirete herkesten çok iktidarın ihtiyacı vardır.