Hayat dediğin ne ki?

Pamuk ipliğine bağlı.

Kimin zirve yapacağı.

Kimin dibe vuracağı.

Kimin ne zaman veda edeceği belli olmaz.

Kimin direneceği.

Kimin pes edeceği de.

Önemli olan hayat dediğimiz kısa ömrümüzde hoş bir sada bırakmak.

Sevap ve günahlarımızla kabullenilmek.

Kısa-uzun fark etmez yaşanılan ömrü hoş geçirmek.

Bir şeyler bırakabilmek.

Yaşamın içinde kırmak da var.

Onarmak da.

Her birimiz hayat çemberi içinde iyi, kötü ve çirkini gördük.

Yaşadık.

Kimilerini üzdük.

Kimilerini de sevindirdik.

Ramazan nedeniyle sahurda yatıp, biraz geç kalkanlardanım.

Geç de yatsam.

Geç de kalksam fark etmez.

Her an ulaşılabilen biriyim.

Telefonum hep yanı başımda.

Anında cevap veririm.

Önceki sabah saat henüz 08.30'da telefonum çaldı.

Arayan Prof.Dr. Kenan Erzurumlu idi.

Karşısında bir hastasının bulunduğunu söyledi.

O hasta, İsmail Başaran'dan başkası değildi.

Ufak bir operasyondan geçecekti.

Esprili bir biçimde Osman Kara ve Avni Demir'in haberi olmasın, demiş.

Sevgili hocamız espriye espri ile cevap olsun diye anında haberdar etmeyi uygun görmüş.

Sabah neşesi sohbet içinde.

Geçmiş olsun dileklerimizle telefon görüşmemizi sonlandırdık.

Yeni güne nasıl girildi, diye haberdar olabilmek için bilgisayarın başına geçtim.

Aradan 15 dakika geçmemişti ki, Osman Kara aradı.

Kenan Hocanın sekreterinin arayıp İsmail Başaran'ın kalp krizi geçirdiği haberi verdiğini söyledi.

İnanmadığını da ekledi.

Hak verdim.

Osman Kara inanmasa da ya doğruysa şüphesiyle sekreter hanımı arayarak olayın ciddi olup olmadığını ciddi biçimde soruvermiş.

Ardından beni tekrar arayarak kalp krizinin doğru olduğunu belirterek soluğu Kenan Hocanın hastanedeki odasında aldık.

İsmail Başaran'ın kalbi bir değil üç kez durdu.

Şaka yaparcasına.

Tehlike geçmiş değil.

Atlatmayı seven bir gazeteci olarak atlatacağı inancındayım.

İlk kez de İsmail Başaran'ın atlatacağı bir habere sevineceğim.

Nasıl atlattım, deyişini de görür gibiyim.

Dualarımız, dualarınız İsmail Başaran için olsun.