Şair Nazım Hikmet’in annesi ilk kadın ressamlarımızdan Ayşe Celile Hanımdır. Ressamlığı ve ondan da fazla güzelliğiyle meşhurdur. Mutsuz bir evlilik sonrasında genç yaşta dul kalmıştır. Nazım Hikmet o yıllarda Bahriye Mektebi’nde öğrencidir. Okulun bir diğer öğrencisi de Necip Fazıl’dır.

Ayşe Celile Hanım, Erenköy’de bahçeli bir konakta oturmaktadır. Nazım Hikmet hafta sonları Heybeliada’daki okuldan Erenköy’deki konağa gelir. Konağa o günlerde gelen bir başka şöhret de ünlü şair Yahya Kemal’dir. Yahya Kemal hem Nazım’ın şiir hocası hem de Ayşe Celile Hanımın büyük aşkıdır.

Nazım şiir derslerinden sonra arkadaşlarıyla buluşmaya ve gezmeye gittiğinde hocası Yahya Kemal konaktadır. Bir gün unuttuğu bir şeyi almak için dönen Nazım, hocası ile annesini sarılırken görür. Yahya Kemal evden ayrılıp giderken paltosunun cebinde bir kağıt vardır ve üzerinde “Hocam olarak girdiğiniz bu evden babam olarak çıkmanıza izin veremem efendim” yazmaktadır. Nazım yazmıştır. Yahya Kemal utanır ve o geliş bu eve son gelişi, o görüş Ayşe Celile Hanımı son görüşü olur.

Aradan yıllar geçmiştir ve hem Yahya Kemal hem Ayşe Celile Hanım orta yaşı geride bırakıp ihtiyarlığa adım atmak üzeredirler. Yahya Kemal, Madrid büyükelçiliğinden dönmüş İstanbul’da Park Otel’de kalmaktadır. İkisi de bekardır, bir daha evlenmemişlerdir. Dostları iki eski aşığı bir akşam yemeğinde buluşturmak ister. İkisi de kabul eder. Buluşma adresi Cimcozların Kalamış’taki konağıdır.

O gün Ayşe Celile Hanım tam zamanında gelir. Süslenip püslenmiştir, hatta anlatıldığına göre biraz da frapan giyinmiştir. Bir genç kız gibi heyecanlıdır, yıllardır görmediği platonik aşkını beklemektedir. Bekler, ama Yahya Kemal gelmez. Ev sahipleri, arkadaşları, dostları Yahya Kemal’i gece yarısına yakın bir lokantada sarhoş bulurlar. “Üstat, Ayşe Celile Hanım ve herkes sizi bekliyor, hadi kalkın, gidelim.” Üstat bakar ve “Yok, gitmeyelim, birbirimizin fersude halini görmeyelim, birbirimizin hafızasında hayalimizdeki halimizle kalalım der. Fersude “eskiyip yıpranmış” demektir.

Bu hikaye okuduğumdan beri beni çok etkilemiştir. Zaman zaman hatırlar ve anlatırım. Bugünlerde hatırlamama ise Devlet Bahçeli sebep oldu. Yakınlığım olmadı ama tanırım. Hiç el üstünde tutmadım, çoğu zaman da eleştirdim ama hiç de yerden yere vurmadım. Bu son fersude halini görmek beni sandığımdan fazla üzdü. Keşke zamanında Namık Kemal’in dediği gibi “saltanat makamından izzetle çekilmeyi” bilseydi. Keşke, genel başkanlığına kadar yükseldiği bir partiyi, daha doğrusu bir milli hareketi kendi elleriyle mezara gömmeye kalkışmasa ve kendisini o makama taşıyan ve tam on dokuz yıl o makamda tutan yol arkadaşlarına “yeter artık” dedikleri gün “hain” damgasını vurmasaydı. Ve keşke bin umutlar ve alkışlarla oturduğu genel başkanlık koltuğundan bin hüsranlar ve ıslıklarla kaldırılmak gibi bir onu kırıcı bir yola girmeseydi.