İstanbul’un fethedilişinin 562. yılını idrak etmenin mutluluğundayız.
Daha bugün gibi taptaze ve heyecanlıyız.
İstanbul, Hristiyanlığın zulüm taşlarıyla örülmüş 1000 yıllık kalesiydi.
Bir hançer gibi Anadolu ve Rumeli topraklarımızın ortasında Osmanlı’nın bağrına saplanmış gibiydi.
Bizans entrikaları, tarihimizde dar-ı mesele dönüşmüştü. Bizans’ın dış politikasında entrika, içte ise zulüm vardı.
Osmanlı ise içte ve dışta Bizanslıya , “İstanbul’da kardinal şapkası görmektense, Osmanlı sarığını görmeyi tercih ederi” dedirtecek kadar adaleti ile şöhret bulmuştu.
İstanbul, Efendimiz (sav)’in, İstanbul mutlaka feth olunacaktır. O’nu fetheden komutan ne güzel komutan, O’nu fetheden asker ne güzel askerdir” buyurup fetih müjdesini verdikten sonra her askerin , komutanın ve İslam halifesinin sevdası olmuştur.
Her Müslüman, Efendimizin müjdesinin muhatabı olmak istemiştir.
İşte bunlardan biri de Fatih Sultan Mehmet’tir.
Fatih’in en büyük sevdalarından biri de İstanbul’u almaktı.
Efendimizin müjdesi ile birlikte bu fethin sosyal, ekonomik ve askeri gerekçeleri de vardı.
O Fatih ki, her işini İslam adına yapan bir padişahtı.
Avni mahlası ile yazmış olduğu şiirinde şöyle diyordu:
“İmtisal-i cahidüfillaholubdurniyyetüm,
Din-i İslam’’unmücerredgayretidürgayretüm.”
İşte İstanbul’un fethini gerçekleştiren ideal ve ruh budur.
Amaç, Allah için gayri İslami güçlerle mücadele etmek ve İslamın yükselmesi için gayret etmektir.
Bu ruhu, dünyevi çıkar, makam ve statü sahibi olmak için siyaset yapanlar anlayamazlar.
Siyaseti boğaz ve uçkur arasına sıkıştırmış kişiler Fatih’in fetih ruhunu anlayamaz.
Yeni fetihler için yeni ruhlara ihtiyaç vardır.
Selam ve sevgi ile…