İnsanlar hayatta bir gaye uğruna yaşar. Bir amacı olmayan insanın düşünceleri, hayalleri olmaz. Olsa da çok yüzeyseldir. Dünyanın neresinde olursa olsun her türlü kalıcı başarının altında insanın alın teri, göz nuru vardır. Yoksa erozyona uğramış toprak gibi bu başarı yok olur gider.

Kültürel altyapısı sağlam, inancı ve idealleri yüksek olan insanlar sayesinde toplumlar ilerler. Para onlar için ekonomik ilşkileri düzenleyen bir araçtır. Aksi halde gelip geçici kazanımların dayanağı olan para, un gibi savrulur. Kalıcı eserlere temel oluşturmaz. Bu sebepten kurumsallaşamayan aile şirketlerinin ömrü 50 seneyi geçmez. Ekonominin kanunlarına göre, profesyonel yöneticiliğin hüküm sürdüğü işyerlerinde kalıcı mücadelenin enerjisi bulunur. Rekabet, daha iyiye ulaşmak , markalaşmak kolay bir şey değildir. Bu nedenle eğitim kurumları, işletmeler için çok önemlidir.

Hayat, zaman su gibi akar. İnsan ölümlüdür. Bunun hepimiz bilincindeyiz. Buna rağmen yaşamak zorundayız. Hayat denen bu yolda ömür tüketirken bir şeyler üretmek hem kendimiz hem de toplum için şart. Kimimiz sıradanlığı seçeriz kimimiz de karıncalar gibi çok çalışırız. Ben oldum olası çalışmayı yaşam biçimine dönüştüren bu gibi insanlara hep hayranlık duymuşumdur.

Toplumlar çalışkan insanlar sayesinde ilerler. Ekonomik pasta ancak o zaman büyür. Çalışmadan refah içinde yaşamak mümkün değildir. Ruhumuzu, gönlümüzü teknolojinin bize sunduğu imkanları da göz önüne alarak kendimizi üretimden, topraktan koparmamalıyız. Nasıl ki güneşin ışığı suya kavuşmuş bir meyvenin üstündeki sevinç damlacığını bize gösteriyorsa, bizim gülüşümüzü, emeğimizi alın teri yapıp toprağa katmalıyız. İşte o zaman biz güleceğiz. Bizimle birlikte toprak ana da gülecek...

Sonuç; kazanmadan önce hak ettiğimize inanmalıyız...