Akşam yayınlandığında televizyon kanalında izlememiştim, sabahleyin dostların haber vermesi üzerine internet ortamında ve dehşet içinde izleme talihsizliğini yaşadım. Bir ülkede bir devletin bir bölgeden nasıl tasfiye olduğunu ve yerine bir çetenin nasıl paralel bir devlet(!) kurmak gibi bir soytarılığı hayata geçirdiğini canlı anlatımlarla izledim ve varılan noktanın dehşetini yaşadım. Gerçi “perşembenin gelişi çarşambadan belliydi” ve tarihimiz gafletlerin koca bir imparatorluğu batırmasının sayısız örnekleriyle doluydu ve ben bunları biliyordum ama yine de dehşet duydum. Şaşırmadım ama dehşete kapıldım.

Televizyonda bölgenin bir insanı, HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu konuşuyor. PKK’nın kurduğu mahkemeleri, adliye binalarını, yargılama usullerini ve açtığı cezaevlerini anlatıyor. Genelkurmay Başkanlığı da bir süre önce Ağrı Dağı’ndaki PKK mahkemesinden yakınmıştı kendi internet sitesinde. Yapıcıoğlu, Genelkurmay’ı doğruluyor.

PKK, Güneydoğu’da devlet erki kullanıyor; öz asayiş kuvvetleri var, mahkemeleri, cezaevleri var, infaz timleri var, asıyor, kesiyor, hapse atıyor ya da sokak ortasında vuruyor. Çözüm süreci denilen çözülmeden önce dağ başında kahpe pusularda yatıyordu Mehmetçik korkusundan. Çözülme sürecinde artık kent meydanlarında ve de açıktan işliyor cinayetlerini. Eskiden PKK’lılar şehre inemezdi asker ve polis korkusundan şimdilerde asker ve polis kente çıkarılmıyor çözüm süreci gerekçesiyle!

Beytüşşebap İlçesi Cumhuriyet Savcısı Hüseyin Aktürk’ün “İlçe şu an açık bir cezaevi gibi. Market ihtiyaçlarının karşılanması çok zor oldu. İlçe girişi Türkiye’nin en tehlikeli noktasıdır. Helikopter ulaşımı bile aksamaktadır. Burada devlet bitti, hapiste gibiyiz” sözleri, gazete sayfalarına yansıyor.

Son beş on gün içinde devlet yetkililerinin ardı ardına gelen itirafları sürecin PKK tarafından kendi lehine ve devlet aleyhine nasıl kullanıldığını en kör gözlere sokacak bir açıklıkla ortaya koyuyor. Hüseyin Aktürk ve Zekeriya Yapıcıoğlu tek örnek değiller.

Daha önce AKP Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner “PKK’lı olmayanların bölgede seyahat özgürlüğü olmadığını”, Başbakan’ın “çiçeği burnunda” danışmanı Etyen Mahçupyan da “PKK’nın alan hakimiyetini eline geçirdiğini” televizyonlarda, İçişleri Bakanı Efgan Ala ise partisinin Afyonkarahisar kampında açıklamıştı. Şimdi de Sayın Bakan ın “Oslo’da anlaşmıştık, PKK sözünde durmadı” dediği yazılıp çiziliyor. Başbakan Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu, “PKK’nın mayısta yurtdışına çekileceğiz” diye söz vermesine rağmen çekilmediğini açıklıyor ve “kendilerini aldattığından” yakınıyor. Yardımcısı Yalçın Akdoğan da “PKK’nın su kaynattığını” öne sürüyor.

Bunlar geç kalmış itiraflar. Milleti yeterince ayrıştıran, devleti yeterince etkisizleştiren o yola girmeden önce görecektiniz bunları ya da en azından görüp sizi uyaranlara kulak verecektiniz onları “kanla beslenmekle” suçlamak yerine.

Hani “köprüden önceki son çıkış” tabelaları vardır ya yollarda, biz de o durumdayız. “bölünmeden önceki son çıkıştayız.” Hala bir çıkış var, eğer zaman kaybetmezsek, hala o coğrafyada devleti yeniden tüm kurumları ve tüm hukukuyla hakim kılmak mümkün. Zahide Uçar yazdı, Arthur Schopenhauer söylemiş: “Tüm gerçekler üç adımda gelirmiş: Önce alay edilirmiş. İkinci olarak şiddetle karşı çıkılır, son olarak, zaten belli olan bir şey denir ve kabul edilirmiş.” Aman dikkat; üçüncü adıma az kaldı…