1963-64 öğretim yılı. Kayseri Lisesi’nin Milli Mücadele yıllarında bir ara Millet Meclisi olması düşünülen ve o amaçla hazırlanan tarihi taş binasının geniş avlusunda hançeremizin bütün gücüyle haykırıyoruz her hafta başı İstiklal Marşı ile birlikte: “Kayseri Lisesi’nin nura koşan gençleri/ Güzel Anadolu’ya güneşler taşıyacağız…” Faruk Nafiz Çamlıbel yazmış o binada genç bir edebiyat öğretmeni olarak görev yaptığı o karanlık günlerde.

Marşımızı yazan Türk şiirinin bir büyük ismi, müdürümüz ise onun kadar olmasa da o da önemli bir şair olan Mehmet Ateşoğlu. “Meydanlarda” isimli şiiri çok meşhur: “Bir gün hasmı dalga dalga,/Vuracağız meydanlarda./Asırların hesabını/Soracağız meydanlarda.” Diye başlar “Geldik madem kainata,/Hız verelim şu hayata./Rüyaları hakikate/ yoracağız meydanlarda.” Diye devam eder. Bir de koçaklaması vardır ki o daha da meşhur; şu dörtlük de oradan: “Ateşoğlu der meydanda,/Belli olur er meydanda./Vuruşuruz her meydanda,/Türklük için ölürüz hey.”

Sadece şair değil Ateşoğlu, aynı zamanda taviz vermez bir Türk milliyetçisi. Masasının arkasında Ziya Gökalp’in fotoğrafı Mustafa Kemal Atatürk’ün fotoğrafının hemen yanında, bir saz, bir kalkan ve bir kılıç da onların altında. Masasında, Atatürk’e hediye edilen Bozkurt heykelinin bir kopyası ve kapısında “Arkasından kırk it ulumayan kurt kurttan sayılmaz” yazısı. Benim makine mühendisi olma hayaliyle gittiğim lise fen kolundan bir hukukçu olarak mezun olmama sebep olan da Ateşoğlu. Bir gün uzun uzun anlatırım. Şimdi konu o değil.

Ateşoğlu sadece kendisi yazmakla yetinmiyor, şiiri bizlere de sevdiriyor, bizi de yazmaya teşvik ediyor. Hafta içi okulda hafta sonun Kayseri Kültür Derneği’nde buluşuyoruz şiir sevdalısı gençler. Kimler yok ki? Hasan Sami Bolak o sıralar askerde, onun dışında herkes birarada. Hüdaverdi Özyalçın, Mehmet(Keleş) Göktolga, Cahit (Gözütok) Hacıhaliloğlu, Cemal(Tunç) Oğuzhan, Vehbi Yılmaz, Mustafa Öztürk, Zafer Yalçın, ben Osman Kara namı diğer Oğuz Kürşat Atlıhan. Ben şiirlerimi o mahlasla yazıyorum. Ve Ahmet Kaplan.

Büyük bir heyecanla yazıyor, birbirimize okuyor, birbirimizi üstat diye selamlıyor ve sonra da Hacı Ali Şapçı’nın sahip olduğu Devrim Gazetesi’nde alıyoruz soluğu. Devrim Gazetesi sanki bizim gazetemiz. Şiirlerimiz, makalelerimiz hiç sansürlenmeden yayınlanıyor. Ve ertesi gün Ateşoğlu Müdür her birimizi ayrı ayrı çağırıyor tebrik ediyor. Her birimizde bir büyük şairi gördüğünü söylüyor. İnanıyoruz, o yaşlar inanma yaşı ve o hızlı bir yerine iki şiir birden yazıyoruz.

Yahya Kemal Beyatlı bir şiirinde “Ölmek kaderde var bize ürküntü vermiyor/Lakin vatandan ayrılışın ıstırabı zor” der. Vatandan ayrılmayacağız, vatanın altı da bir üstü de bir bizler için. Bu vatan topraklarında yattığımız sürece ayrılık vatandan değil eşten, dosttan, sevgiliden ve sevenden. Yaşlanmanın acı tarafı burada, her geçen gün bir yeni acı haberle eskiye oranla daha sık yaralanmakta. Daha sık aralıklarla bir musalla taşının karşısında bir dosta son görevi yapmakta ve bir dostu hatıralarını hafızaya, acılarını kalbe ebediyete uğurlamakta. Zor ama kaçınılmaz son.

Ahmet Kaplan adının en sona yazdım. En gencimiz ama en yeteneklimizdi. Kalem onun eline hiçbirimizin eline yakışmadığı kadar yakışıyor ve Türkçe onun kaleminde hiçbirimizin erişemeyeceği bir mükemmelliğe kavuşuyordu. Bir süredir hastaydı, Türkçeye nefes veren Ahmet nefes almakta, konuşmakta ve yazmakta zorlanıyordu. Cumartesi akşamı Ahmet’i kaybettik. Ben bir dostu, Türkçe bir sevdalısını kaybetti. Acım derin dostlar. Hem bir dost adına hem de Türkçe adına… Sizi kendi hüznüme ortak ettim, bağışlayın lütfen…