Otlakların birinde bir öküz sürüsü yaşarmış. Çevredeki aslan sürüsünün de gözü öküzlerdeymiş. Ancak, öküzler saldırı anında bir araya geldiği zaman, aslanların yapacak bir şeyi kalmazmış. Bu yüzden küçük hayvanlarla beslenmek zorunda kalan aslanlar, iyi beslenememeye başlayınca bir çare düşünmüşler. Topal aslan yanına bir iki aslanı da alarak, beyaz bayrak çekmiş ve öküz sürüsüne yanaşmış. Öküzlerin lideri Boz Öküz ve yanındakilere tatlı dille konuşmaya başlamış:

- "Saygıdeğer öküz efendiler. Bugün buraya sizden özür dilemeye geldik. Biliyorum bugüne kadar sizlere zarar verdik. Ama inanın ki, bunların hiçbirini isteyerek yapmadık. Bütün suç hep o Sarı Öküz''de. Onun rengi sizinkilerden farklı ve bizim de gözümüzü kamaştırıyor, aklımızı başımızdan alıyor. Biz de barışseverliğimizi unutuyor ve saldırganlaşıyoruz. Sizle bir sorunumuz yok. Verin onu bize, siz kurtulun, yine barış içinde yaşayalım."

Boz Öküz ve heyeti bu sözler üzerine aralarında tartışmış ve teklifi haklı bularak, Sarı Öküz''ü vermişler aslanlara. Bir tek Benekli Öküz karşı çıkmış ama kimseye derdini anlatamamış.

Bir süre sonra aslanlar yine aynı yöntemle gelip, bu kez Uzun Kuyruk''u istemişler: "Gördünüz mü ne kadar barış severiz. Sizi de kararınızdan dolayı kutlarız. Ancak, şu sizin Uzun Kuyruk var ya, kuyruğunu salladıkça nereden baksak görünüyor ve aklımızı başımızdan alıyor. Size saldırmamak için kendimizi zor tutuyoruz. Oysa sizler normal kuyruklusunuz. Verin onu bize, bu konuyu kapatıp, barış içinde yaşamaya devam edelim."

Boz Öküz ve heyeti, Uzun Kuyruk''u teslim etmiş, yine Benekli Öküz karşı çıkmış. Uzun Kuyruk, aslanların pençesi altında can vermiş.

Bu olay sürekli tekrarlanmış, her seferinde farklı bahanelerle. Sonunda öküzler zayıflamış, aslanlar küstahlaşmış. Artık, hiçbir bahane ileri sürmeden, doğrudan müdahale ederek, "Verin bize şunu, yoksa karışmayız" demeye başlamışlar. Birer birer aslanların pençesinde can verirken, Boz Öküz ve birkaç öküz kalmış geride. İçlerinden biri liderlerine, "Ne oldu bize, nerede kaybettik biz bu savaşı? Oysa, vaktiyle ne kadar güçlüydük" diye sormuş.

Boz Öküz, Benekli Öküz''ün sözlerini hatırlayarak, gözleri nemli "Biz" demiş, "Sarı Öküz''ü verdiğimiz gün kaybettik bu savaşı.."

Her hatırladığımda farklı yorumladığım bu hikaye ne yazık ki ülkemizin içinde bulunduğu zor ekonomik şartların yayın dünyasını etkilemesiyle bir kez daha geliverdi aklıma. Gııda ürünlerine, akaryakıta, telefona, deterjana ve bilumum tüketim malına gelen zamları yakinen takip ediyor, pahalılaşan hayattan, alıştığımız refahın yavaş yavaş elimizden çekilip alınmasından rahatsız oluyor, şikayetimizi ama öyle ama böyle bir şekilde dile getiriyoruz. Ya da görmüyor, duymuyor, konuşmuyor gibi oynuyoruz. Ancak gözden kaçırdığımız, görmediğimiz/göremediğimiz ve belki de ilgilenmediğimiz 'kör noktalarda' bugünümüzü ama esasında yarınımızı tehlikeye sokan, geleceğimizi çölleştiren, bu ülke insanının kültürel zenginliğini yavaş yavaş erozyona uğratan gelişmeler de oluyor. Tıpkı beş on yıl önce etkileri ciddiye alınmayan ama günümüzde açıkça neyle karşı karşıya olduğumuzu anladığımız küresel ısınma gibi bu ülkenin yayın sektörü de can çekişiyor.

Dün sessiz sedasız köklü ve popüler bir edebiyat dergisi daha yayın hayatına son verdi mesela. Okurları ve takipçileri dışında bundan pek az insanın bilgisi oldu. Bu, yayıncılık sektörünün omurgası olan kağıtta tamamen dışarıya bağımlı oluşumuzun etkisini daha da belirgin şekilde hissetmeye başladığımızın bir kanıtı. Gazetelerin sayfa sayılarının azaltılması, aylık çıkan dergilerin iki ayda bir ya da üç ayda bir çıkacak periyotlara çekilmesi, boyutlarının küçültülmesi, kitap fiyatlarındaki artış... Bu gelişmeleri akşam haberlerinde göremez duyamazsınız belki. Doğalgaza gelen zam kadar da ilgi çekmeyecektir nitekim. Hatta tuvalet kağıdının fiyatındaki fahiş artış sayesinde öğrendi pek çok insanımız kağıtta tamamen dışarı bağımlı olduğumuzu.

Oysa karşımızda can çekişen bir yayın dünyası var. Onun içinde gazete var, dergi var, kitap var, okumak var, okuyan var, kültür var.

O çok istediğimiz muassır milletler seviyesinin üstü var.

Ama biz bugünleri idrak edemeden, neye mal olacağını bilemeden verdik 'Sarı Öküz'ü. İlk emri 'Oku' olan ve insanlara tebliği kitapla yapılan bir dinin hakim olduğu bu topraklarda okumanın, öğrenmenin, kültürel zenginleşmenin ve pek tabii ki inandığımız dinin gereklerini yerine getirebilmenin esasının kitaptan ve okumaktan geçtiğini fark ettiğimiz/fark etmemiz gereken bir zamanda yaşıyoruz bunları.

Ve şimdi giderek çölleşen, azalan, zayıflayan bir kültürel dünyanın eşiğinde daha beterinin gelmesinden korkarak bekliyoruz.