-'Annemlerin çamaşır makinesi yirmi beş yıllık, maşallah taş gibi. Bizimki geçen yıl alındı ikinci kez servise gidiyor.'

-'Servisten aradılar, televizyonun paneli değişmesi gerekiyormuş, usta 'astarı yüzünden pahalıya gelir, siz en iyisi yenisini alın' dedi.'

Bunlara benzer ifadeleri gündelik yaşantımızda oldukça sık duymaya başladık. Bize müzik çalan buzdolaplarını, içine konulan kumaşı tanıyıp ona göre deterjan ve su miktarını ayarlayan çamaşır makinelerini hediye eden teknoloji, bu süslü oyuncaklarla gönlümüzü hoş ederken neden daha uzun ömürlü ürünler sunamıyor? Niye çoğumuzun evine aldığı beyaz eşya veya televizyon anne-babasının evindekilerden daha kısa ömürlü oluyor?

İşin esası kapitalizmin doğduğu değil doyduğu topraklar olan ABD'ye dayanıyor.1920'li yılların başında Thomas Edison'un başını çektiği ampul üreticileri daha uzun ömürlü ve kaliteli ampuller üretme sevdası ile yarışırken fark ediyorlar ki bu tavırları kısa zamanda piyasanın doymasına neden olacak. Zira o dönem üretilen ampuller, herhangi bir fiziki zarar görmezse 2000-2500 saat dayanabilecek ömre sahip.

Kendi bindikleri dalı kestiğini düşünen üreticiler, ki kendileri Phoebus isimli bir kartel olarak anılırlar, ortak karar alarak ampullerin ömrünü 1000 saat ile sınırlandırıyorlar. Aynı durum ilk üretildiğinde otomobil bile çekebilecek kadar sağlam yapılan tül çoraplar için de geçerli oluyor tabii. Kolay kolay eskimeyen, yıpranmayan, yırtılmayan çorapların ürün satışına sekte vurduğunu gören başta Dupont gibi üreticiler bu defa da ters bir harekette bile kolaylıkla kaçıveren teknoloji harikası (!) çoraplar üretmeye başlıyorlar.

Özellikle günümüzde kar odaklı olarak çalışan bu tür şirketlerin piyasadaki varlıklarını devam ettirebilmesi muhakkak ki artan miktarda mal ve/veya hizmet satmasını gerektirmekte. Bu da üretilen malın daha kaliteli yapılması ile bir çelişki ortaya çıkarmakta. Şirketler 'planlı eskitme' denilen bu kurnaz hile ile mümkün olduğunca kalite algısını zedelemeden müşteriyi daima daha yeni olana yönlendirmenin çaresini aramaktalar. Aldığınız yazıcının kartuşu bittiğinde yeni kartuş almaya veya piyasada doldurmaya çalışmanız yerine yepyeni bir yazıcı almanız bu şirketleri çok daha fazla keyiflendirecektir mesela.

Peki aldığınız ürün şans eseri kolaylıkla bozulmadı veya siz çok dikkatli kullandınızsa. Onun da çaresi var. 'Algısal eskitme'. Severek kullandığınız telefonunuz beş yıldır sizi hiç yarı yolda bırakmadı. Özenli kullanımınızla hiç servise gitmedi. Ancak piyasanın kurnaz tilkileri sizi, çağ dışı, modern yaşama ayak uydurmamış bir eski kafa olarak göstermek içinden elinden geleni yapmaya çalışacaktır. Hatta birileri çıkıp farkında olmadan bu zihniyetin sancaktarlığını yapacak ve size 'Yoksa sen hala aynı telefonu mu kullanıyorsun?' diyecektir.

Muhakkak ki bu tür olumsuz söylemlere direnecek bilinçli tüketiciler de olacaktır. Fakat bu defa da karşılarına 'moda' denen ve tamamen vahşi kapitalizmin şımarık çocuğu gibi davranan bir başka algısal yönlendirme çıkacaktır.

Planlı eskitme, algısal eskitme veya moda. Hepsi bir önceki yazıda bahsettiğimiz üzere bizi tüketime yönlendirmenin farklı yönlerde ilerleyen ama hep aynı noktaya varan yolları olarak iş görmekte. Görünüşüne, malzeme kalitesine hayran kalarak aldığımız cep telefonunu türlü çeşit kılıflarla, ekran koruyucularla sarmalamamız, 'Ya pili yetmezse' diyerek yanına powerbank almamız, arabaya da bir şarj kablosu koymamız... Tüm bu çaba ve harcamalardan sonra iki yıl geçmeden binlerce lira ödeyerek aldığımız cihazı modası geçti diyerek değiştirme gayretine düşmemiz; evdeki bir cihaz arızalandığında 'Aman tamirle ne uğraşıyorsun, hazır kampanya varken git yenisini al' gibi sözlerle karşılaşmamız ulaşmak istedikleri sonuca bizi nasıl yönlendirdiklerinin bir göstergesi esasında.

İnsanları tamirciye gitmekten utanacak noktaya getiren bir sistem inşa ediliyor. Eskiyi kullanmak, değerlendirmek, bir eşyayı uzun süre kullanmak, moda denen hayali rüzgara kapılmamak çağdışılığın alameti farikası gibi gösterilmeye çalışıyor.

Çılgınca tüketen ve tüketimiyle küresel ısınmanın baş mimarlarından olan bir ülkenin çocukları bizim gibi Kurtuluş Mücadelesini aynı zamanda yoklukla da savaşarak vermiş bir milletin çocuklarını sinsice şımartıyorlar. Toplum DNA'mızda var olan tasarruf zihniyetini darmaduman ederek bunu yapmaya çalışıyorlar. İnsanları daha fazla tüketmeye yönlendiren bu öğütlerin doğduğu topraklarda her yıl 2,7 milyon ton sebze ve meyve sırf estetik nedenlerle, yani mükemmel görünmedikleri için, çöpe gidiyor. Gezegenin kaynaklarını sömüren bu sisteme karşı yapılacak en güzel şey bilinçli tüketici olmak ve bilinçli tüketiciler yetiştirmektir.

e-mail: [email protected]