Türkiye’de İslamcı ve milliyetçi hareketlerin ortak kaderi, tepkisel olarak ortaya çıkmış olmaları ve meşruiyetlerini solun tasdikinde aramalarıdır.
Bu cümle her iki tarafa da ağır gelebilir.
Şahsen bendenizin ilk siyasal çalışmaları(1968-69 yılları) Adalet Partisi’nin karşıtı olarak Milliyetçi Hareket Partisi ‘nin içinde geçmiştir.
Aynı şekilde bir yazar olarak da ömrümün yaklaşık 45 yılını İslamcı hareketin içinde geçirdim.
Türkiye’de milliyetçi hareketler, komünizme tepki olarak ortaya çıkmış ve bir dönemde Nato devletleri tarafından da desteklenmişlerdir.
Benzer durum, İslamcı hareketler için de söz konusudur.
İster milliyetçiler ister İslamcılar olsun, siyasal alanda meşruiyetlerini hep solda ve kozmopolit basında aramışlardır.
Siyasal alandan bir örnek verecek olursak Merve Kavakçı olayında Ecevit, “haddini bildiriniz” sözüne karşı, mevzuata aykırı olmamasına rağmen ne milliyetçi kadrolar ve ne de İslamcılar hiçbir şey yapamamışlardır.
Hepsi de “dut yemiş bülbüle” dönmüşlerdir.
Gerek milliyetçiler ve gerekse İslamcılar ilk doğdukları gibi olmadıklarını da ifade etmek isteriz.
Alınan mesafe, küçümsenecek bir mesafe değildir.
Bu memleketin gerçek sahipleri kendilerinin olduklarının bilincine varmalıdırlar.
Bu satırlar yazılırken Sayın Davutoğlu ile Sayın Bahçeli görüşüyorlardı. Nasıl bir karar çıkacağını bilmiyoruz. Ama her ikisinin de memleket sevgisinin ağır baskısı altında karar vereceğine inanıyoruz.
Buradan siyasi rant çıkarmaya çalışan zarar görür.
Tepkisel olarak değil, dönüştürücü bir mantıkla davranacaklarına inanıyoruz.
Her şeyin en güzeline kavuşma umuduyla selam ve sevgiler…