Abartmakta üstümüze yok. Dün uygulanan İsrail'le çatışmacı politikayı çılgınca alkışlayanlar bugün de aynı coşkuyla ya da coşku gösterisiyle barışa methiyeler düzüyor. Onların gözünde hükümet, dün İsrail'e kafa tutarken, fırça atarken de doğru yapıyordu, bugün dostluk(!) eli uzatıp barış metinleri imzalarken de doğru yapıyor. Dün meydan okuyarak zafer kazanmıştık, bugün de masaya oturarak zafer kazanıyoruz!

Muhaliflere göre ise ortada bir zafer yok bir hezimet var. Dünkü kavga da yanlıştı, bugünkü barış da. Dünkü iç politikaya yönelik bir efelenmeydi, bugünkü ise çaresizliğin getirdiği bir hezimet!

Ortada ne hezimet var ne de bir zafer. Türk-İsrail ilişkisi altı yıl önce neredeydiyse şimdi de orada. Ne bir santim ileri de ne de bir santim geride, aynı yerde. Bu durumu en iyi çocukluğumuzda oyun oynarken söylediğimiz 'az gittik uz gittik, dere tepe düz gittik, döndük arkamıza baktık, bir arpa boyu yol gitmişiz' tekerlemesi anlatır. Altı yıllık bir gereksiz kavganın ve ister istemez bir kaybın sonunda tekrar başa dönmek! Yaptığımız bundan ibaret.

Aynı şey, yedi aylık Rusya krizi için de geçerli. Hala kimin ve niye düşürdüğü pek belli olmayan ama er veya geç birilerine fatura edilecek o Rus uçağının düşürülmesiyle doğan kriz, kısa sürecek görünüyor. Kısa sürecek ama ekonomik faturası bize altı yıllık İsrail krizinden daha yüksek olacak. Barışma sürecine erken girişte bölgesel gelişmeler kadar ve belki de ondan da çok ekonominin giderek sıkışması ve dövize olan ihtiyacının hayati önem kazanması etkili olmuştur.

Ankara kulislerini 'iyi kokladıkları' rivayet edilen basın mensuplarından yayılan havaya bakılırsa, Mısır ve Suriye ile yaratılan 'yanlış ve gereksiz' çatışma döneminden barış dönemine geçilmesi de yakındır. Çatışmalar gereksiz ve dolayısıyla yanlıştı, uzlaşma, barışma dönemine geçiş ise gerekli olmaktan da öte elzemdir ve bu sebeple de doğrudur.

İsrail ve Rusya ile girilen gerilim ve çatışmanın ekonomik zararları karşılanabilir ama Suriye politikasının bölgemizde yarattığı yeni siyasal ve ideolojik yapılanmaların bize verdiği ve bundan sonra da vermeye devam edeceği kesin gözüken zararları karşılamak pek kolay değil. Bizim de kıyısından köşesinden bulaştığımız 'Suriye'de rejimi değiştirme' projesi ülkeyi parçalamaya, ülkenin kuzeyinde bizim için hayati tehlike taşıyan 'Kürt koridoru' denilen bir coğrafi ve siyasi yapının oluşmasına yol açmıştır. Bu, 'Büyük Kürdistan' hayallerini ve taleplerini büyütecek ve bütün bölgeyi karıştıracak bir gelişmedir.

Suriye'de -dışarıdan körüklenmiş iç savaş sonunda- ülkenin kuzeyindeki etnik yapı, tamamen değişmiş ve bu arada bizim için en kötü senaryonun bir unsuru olarak Suriye Türklüğü -tıpkı Irak'ta olduğu gibi- bölgeden sökülüp atılmış, en azından etkisizleştirilmiştir. Bu demografik yapı değişikliği; önümüzdeki on, on beş yıl içinde bizi de olumsuz etkileyecektir. Kontrolsüz bir şekilde ülkemize giren üç milyonu aşkın Suriyelinin ileride yaratacağı demografik, sosyal, kültürel, ahlaki ve güvenlik sorunlarına şimdiden yoğunlaşmak ve çözümler üretmek zorundayız.

Ortada ne bir zafer ne bir hezimet var. Ancak kaybedilmiş yıllar, kaynaklar ve o kaybedilen yıllarda filizlenen bir yığın tehdit söz konusu. Artık, parti taassubundan kurtulup asıl sorunlarımıza elbirliğiyle çözümler aramak ve üretmek zorundayız.