Hani şu Ulus Meydanı’ndan aşağıya 19 Mayıs Stadyumu’na inen yolun tam başında yer alan ve çevresini kuşatan binaların arasında neredeyse mahcup bir sükûtla duran o bina var ya o bina, ondan bahsediyorum “O Meclis” derken. Hayır, “O Meclis” demek yetmez, yakışık almaz, doğrusu “O Kutsal Meclis” demektir. Yakışan da doğru olan da odur.

Bir imparatorluk ayakta kalmak için son gayretini gösterirken başlanan ve yarım kalan bir küçük bina Anadolu’nun ortasında, Ankara bozkırında. Kim derdi ki, İttihat ve Terakki Kulübü olarak başlanan ve yarım kalan o bina günün birinde “tarihin eşine rastlamadığı ve bir daha asla rastlamayacağı” bir Milli Mücadele’nin karargahı olacaktır. Ve yine kim derdi ki o küçük binanın odun sobalarıyla ısıtılan ve gaz lambalarıyla aydınlatılan kendisinden de küçük salonunda bir kurtuluş ateşi yakılacak ve bütün mazlum milletler onun ışığıyla aydınlanacaktır. Tarih o mucizeye 23 Nisan 1920’de şahit oldu.

Orduları dağılmış, silahları elinden alınmış, tersanelerine el konulmuş ve vatanı işgal edilmiş yorgun ve yoksul bir millet. Herkesin öldü sandığı bir millet. Dünyada eşi olmayan bir mucizenin, bir isyanın, bir kendine gelişin ve adeta küllerinden yeniden doğuşun tarihteki en muhteşem örneği. Bir Meclis’te biraraya gelip bir koca dünyaya “hayır ben ölmedim, ölmeyeceğim” diye haykıran ve “Ya İstiklal Ya Ölüm” diye silaha sarılarak olmazı olduran bir millet. Benim milletim, BÜYÜK TÜRK MİLLETİ.

O Meclis, Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. O Meclis “Devlet Kuran” bir meclistir, “Gazi” meclistir. Şimdilerde o küçük bina “Kurtuluş Savaşı Müzesi” olarak hatıralarıyla baş başa. Arada bir gelen ziyaretçilerini ağırlıyor. Ziyaretçiler tek tük. Önünden yüzlerce, binlerce insan bir o yana bir bu yana akıp gidiyor ama ne kafasını çevirip bakanı var ne de kapısını açıp içeri giren. O şanlı bina yalnızlığına ağlıyor. Yok, hayır; yalnızlığına değil toplumun vefasızlığına ağlıyor. Hafızası olmayanların vefası olur mu?

Eğer bugün biz varsak bir millet olarak ve hürsek, bağımsızsak ve eğer bizi temsil ettiğini iddia eden birileri ceylan derisi koltuklarda korkusuzca oturuyorlarsa bunu dün o tahta sıralarda yedi düvele karşı bağımsızlık savaşı verenlere borçluyuz. Heyhat borcumuzu ödemekten vazgeçtim böyle bir borcun farkında bile değiliz. Onlar o mücadeleyi ne tarihe geçmek için verdiler ne de gelecekte hatırlanmak için. Onlar namus görevi bildiler ve silaha sarıldılar. Merttiler, yiğittiler, atıldılar ve bir daha dönmediler. Ve galip geldiler. Geride onları hatırlamakta zorlanan ve hatta zaman zaman inkar ucuzluğuna düşen evlatlarına bir vatan ve bir devlet bıraktılar. Nereden bileceklerdi ki günün birinde ceylan derili koltuklara kurulmuş birileri onların destanını inkar edecek, “Yunanlı İzmir’e hiç çıkmadı, Milli Mücadele hiç olmadı” diyecek.

Hoş bilselerdi de dönmezlerdi çıktıkları yoldan. O yol Hak yoluydu ve onlar dönme nedir bilmezlerdi. Dönmedikleri için yendiler. Nur içinde yatsınlar.