Ne zaman bir yurt dışı gezisine çıkmaya kalkışsam, uçağa binmeden mutlaka bir sağlık sorunuyla karşılaşırım...
Psikolojik bir durum mudur, bilemem...
Bu kez de böbreklerimdeki taş sancısı keyfimi kaçırdı...
Moldovadaydım ve şükürler olsun ki, dönüşüme yakın bu acıdan kurtuldum...
Ama başka bir acı yüreğime düşmüştü...
Dürüstlüğüyle tanıdığım ve sevdiğim büyük devlet adamı Bülent Ecevit vefat etmişti...
İçim bir garip olmuştu...
Uçak biletlerini erkene alıp Ankaraya cenazeye yetiştim...
Dağlara taşlara Karaoğlan yazıldığında ona hayranlık duyan bir gençtim...
12 Eylül sonrası, Arayış dergisindeki başyazılarının satır aralarından
siyasete dönüp dönmeyeceğine dair mesajlar arıyordum...
Eceviti niye seviyordum?..
Meslektaşım olmasının bu sevgide bir payı var mıydı?..
Yüzbinleri arkasında sürükleyen adamın yalnız bırakılışına bir dikiliş miydi?..
Bölgeye geldiğinde onu hep ben izlemiştim...
Fatsa Mitinginde mini seçim otobüsünün üstünde bir ben, bir de Ecevit vardı...
Gazetelerde haberi, bir-iki paragraf çıkıyordu...
Anadolu Ajansı olarak ilk geniş açıklamayı bize yapmıştı...
Haber, hiçbir satırı çıkarılmadan ajans bülteninde yer almıştı...
O zaman ajansın Genel Müdürü, adam gibi gazeteci Hüsamettin Çelebiydi...
Size ne oluyor kardeşim? dememişti...
Tüm yayın organlarında Ecevite gizli bir ambargo vardı...
Sonra DSP büyüdü, iktidara yürüdü...
Ecevitin etrafı yine doluydu...
Ve çoğu da sonunda Vefasız çıktı...
Yine yalnızdı...
Bunu çoğu zaman sorguladım...
Sebebi geçmişte aradım...
İsmet Paşayı kırıp geçmesinin bir ilahi sonucu muydu?..
Ona genel başkanlık kapısını açan Kamil Kırıkoğluna
yaptığı yanlışlığın bir bedelini mi ödüyordu?...
Bu yalnızlık med-cezirlerinin nedeni neydi?..
Ben, Eceviti muhalefetteyken seviyordum...
O zaman daha çok içimizden biri oluyordu...
İktidara geldiğinde, Her devrin adamı Yalakalar işbaşındaydı ve onun önünü kapatmıştı...
Nitekim, gemiyi de önce onlar terketmişti...
Cenazeye de gelmişlerdi ve yüz ifadelerinden hislerini okumaya çalıştım...
Soğuk bir metal parçası gibiydiler...
Türkiyenin kaderiyle oynayan bu insanlara o anda nefretim daha da artmıştı...
Cadde ve sokaklarda ağlayan insanlar ise içimi ısıttı, umutlandım...
Demek ki vefa ölmemişti...
Ankara sokaklarında dimdik yürüyordu, onur ve gururla...
Mal da yalan, mülk de yalan...
Ne idik, ne olduk, ne olacağız?..
Ne bir nefes fazla, ne bir nefes eksik...
Herkes ömrünü yaşıyor...
Önemli olan kalplerde kalabilmek...
Karaoğlan, ölümüyle de çok şey anlattı bence...
Mekanı cennet olsun!..