Kimse, Dersim tarihini ve hele de 20/21 Mart 1937 gecesini atlayarak 5 Mayıs 1937'de başlayan 'tedip ve tenkil(bastırma ve nakil)' ile 1938'deki 'tarama' harekatını yargılayamaz. Bu hem tarihe hem devlete hem de bu millete saygısızlık ve haksızlık olur. Eğer o tarihi konuşacaksak, konuşmaya isyanla ve hatta isyan öncesinin şekavetleri ve hazırlıkları ile başlamak zorundayız. İsyancıyı hakim huzuruna çıkarmadan güvenlik güçlerini ve devleti yargılamak, dahası savunmasını bile almadan cinayet ve vahşet suçlamasıyla mahkûm etmek ne gerçeklerle örtüşür ne de hakkaniyete sığar.

İsyan ve bastırma harekatı süresince; hem hükümet hem de harekatı yönetecek olan 4. Müfettişlik adına çeşitli açıklamalar yapılmış, isyanın kansız bastırılması için yoğun çaba harcanmıştır. Bu konuda birçok örnek var ama ben sadece bir bildiriden, 4. Müfettişliğin 14 Ağustos 1938 günlü bildirisinden alıntılar yapacağım:

'Devlet evlatlarına kızmaz. Onlara hiçbir zaman fenalık yapmak istemez. İtaatsizlik yapan evladını döverken de yüreği acır. Sizin de yaptığınıza nedamet ettiğinizi ve pişman olduğunuzu biliyoruz. Sizi felakete sürükleyenlere kızdığınızı ve beddua ettiğinizi işitiyoruz. Size ve bilhassa çoluk çocuğunuza çok hem de pek çok acıyoruz. Bu azaptan ve felaketten kurtulmak için yegane çare, devletin kucağına dehalet edip(teslim olup) gelmektir… Gelip dehalet edenler(teslim olanlar) ıstırap ve zahmetten kurtulurlar Gelmeyenlerin üzerine askerlerimiz yürüyecek ve tayyarelerimiz uçacaktır.'

Bu ifadeler size aşina geliyor mu? Bir de bir nutuktan biraz uzunca bir alıntı yapacağım. TBMM yaz tatiline girmeden önce devrin Başbakanı Celal Bayar konuşuyor, alıntılar o konuşmadan:

'Arkadaşlar Dersimliler ne istiyorlar? Dersimli Orta Çağ'a ait bir zihniyetle orada oturup şekavet yapmak istiyor. Mal çalacağız, diyor. Silahla gezeceğim, müsamaha edeceksiniz, diyor. Vatan mükellefiyetlerini ifa etmeyeceğim, imtiyazlı bir vatandaş olarak hepinizin muvacehesinde dolaşacağım, diyor. Bilinmesi lazım gelen bir hakikat vardır ki, Cumhuriyet böyle bir vatandaş tanımıyor. Cumhuriyet külfette olduğu kadar nimette, nimette olduğu kadar külfette müsavi(eşit) muameleye tabi insanlardan mürekkeptir(meydana gelir.)'

'Bu hakikat anlaşılıncaya kadar, kuvvetlerimizin orada fiilen bulunacağını' açıklayan Başbakan Celal Bayar sözlerine şöyle devam ediyor:

'Eğer ellerinde bulunan silahı teslim eder ve cumhuriyetin emirlerine intibak ederlerse kendileri için yapacağımız şey muhabbetle göğsümüzü açıp deraguş etmektir(kucaklamak). Bu yapılacaktır. Dersimliler sesimizi işitmelidir. Bu kürsüden akseden bir sedayı, kendi menfaatlerine göre, muhakeme etmelidir. Bizim sesimizde şefkat olduğu kadar, kudret de vardır. Bu ikisinden birini intihap etmek(seçmek), kendilerine aittir. Bilmelidirler ki, şefkatimiz de kahrımız da boldur…'

Bu sözler de pek yabancı gelmese gerek kulaklarımıza. Dersimlilere değil ama PKK çetelerine karşı benzer sözleri farklı kelimelerle de olsa otuz yıldan beri duyarız. Devlet üslubudur bu ve Osmanlı'dan Cumhuriyete, Cumhuriyetin ilk yarısından ikinci yarısına değişmeden gelmektedir. Dünü eleştirirken attığımız okların aynı zamanda bugünü de vurmamasına dikkat etmeliyiz.

Bir de mektup vardı yazacağız dediğimiz, Seyit Rıza tarafından 'Dersim Generali' imzasıyla İngiltere Dışişleri Bakanlığı'na gönderilen. Unutmadım ama yer kalmadı. O ihanet mektubunu da yarın yazarız kısmet olursa.(Devam edecek)