Yıllar önce, başlıktaki soruyu şimdi üniversite öğrencisi olan küçük torunum İlteriş sormuştu bana. Cevap vermemiştim, daha doğrusu verememiştim, yüzüne bakıp, başını okşayıp gülümsemekle yetinmiştim. 'Sevmiyorum' desem yalan olurdu, 'seviyorum' demem de gördüğü gerçekle çelişirdi. En doğrusu susmak, bir tebessümle geçiştirmekti.

Gülmeyi sevmemek olası mı ya da sevmeyen insan var mı? Daha doğrusu sevmeyen, insan olabilir mi? Gülmemek değil ama gülmeyi sevmemek mutluluğa sırt dönmektir. İkisi farklıdır, gülmemek bir haldir, gülmeyi sevmemek ise bir huydur, daha doğrusu marazi bir huydur.

Ben de severdim ve de çokça gülerdim başımda kavak yellerinin estiği ya da herkes gibi benim de kanımın deli aktığı o gençlik yıllarımda. Herhalde ahvalden yeterince haberim yoktu ya da henüz Namık Kemal'in tarif ettiği 'hüznü umumiden' bihaberdim.

'Baisi şekva bize hüzn-i umumidir Kemal/ Kendi derdi gönlümün billah gelmez yadına' der Namık Kemal. Kader midir bu hüzn-i umumiyle harap olmak ya da kötümserliğin bir illet olarak insanın yakasına yapışması mıdır şiirde ifade edilen? Herkesin gülüp oynadığı bir ahvalde somurtup oturmak bir beyin fırtınasının yarattığı endişenin eseri mi yoksa nurlu ufukları göremeyen bir kıt idrakin telaşı mı? Cevap kimin nerede konumlandığı ve olaya konumlandığı yerin gözlüğü ile bakmasıyla mı doğrudan ilgili yoksa bilginin ve de birtakım kavramlarının varlığı yahut yokluğuyla ya da azlığı veya çokluğuyla da doğrudan ilgili mi?

Namık Kemal'le aynı çağda yaşayan Ziya Paşa da 150 yıl önce 'Ya Rab ne eksilirdi deryayı izzetinden?/ Peymaneyi vücuda zehr ab dolmasaydı/ Azade ser olurdum nasibi derd ü gamdan/ Ya dehre gelmeseydim ya aklım olmasaydı' demiş. Atatürk, bir yaz akşamı Çankaya Köşkü'ndeki havuzun sularına dalıp da bu şiiri okuduğunda çevresindekiler hemen atılmışlar 'Paşam, ne mutlu ki hem dünyaya geldiniz hem de aklınız var' diye. 'Çocuklar, zor olan da ikisini bir arada idare etmek ya' demiş Atatürk.

Binlerce kere hamdolsun, birey olarak ne derdim var ne tasam, olmaz inşallah ama olursa da bunları dert edinecek yaşı çok geride bırakmış birisi olarak gülmüyorsam, gülemiyorsam bu boş vermişliğimden değil ahvali dert edinmiş olmamdandır.

Ahval deyince illa siyaseti anlamak da gerekmez, okuryazarlığımızdan ya da tam tersi okumaz yazmaz oluşumuzdan giderek daha kaba, daha bencil ve kavgacı oluşumuza kadar birçok şeyi kapsar. Son model otomobilini yolun ortasında durdurup yoldan geçen arkadaşıyla sohbet eden ve trafiği kilitleyen para sahibinin küstahlığından toplu taşıma aracında yanı başındaki yaşlı kadına yer verme zahmetine katlanmayan 18'lik delikanlının kaybettiği saygıya kadar her şey girer bu genel hüznün içine.

Ya da kentinin içine tüküren adamın kent sevgisi üzerine nutuklarındaki samimiyetsizliğinden inandığı gibi yaşamının zor fakat onurlu kavgasını vermek yerine yaşadığına inanmış gözükmenin ucuzluğuna teslim olmuş kariyer sahiplerinin davranışlarındaki samimiyetsizlik ve sefalete kadar akla gelen her şeyi.

Torunum büyüdü artık ve bir daha sormadı o günden bugüne o malûm soruyu. Niye acaba? Cevabım olmadığını anladığından mı yoksa o da düşünen, duyan, hisseden insanların kararan dünyamızda gülmeyi her geçen biraz daha unutmaya başladıklarını gördüğünden ve anladığından mı?