' Taşı- Toprağı Altın' olan İstanbul'a birkaç günlüğüne gitmek istedik.

Takvimler 1975 yılını gösterdiklerinde yükseköğrenim için İstanbul'a gitmiştik.

Dile kolay, 43 yıl olmuştur.

Gençliğimizde bu medeniyetler şehrinde saatçilik ile birlikte öğrencilik ve memurluk yaptık.

Babam, 'İstanbul'dan çık. Ya Samsun'a (nişanlım buradaydı) yada Rize'ye(Öğretmenlik ilk tayinim Rize Ticaret Lisesi) gel' dediğinde ben, 'baba, İstanbul'dan ancak cenazem çıkar' deyişimi bir ömür boyu hiç unutmadım.

Yazarlık tohumunu Samsun'da attım ama, çimlenmesi ve çiçek açması ise İstanbul'da olmuştur.

Ömrümün her deminde İstanbul var olmuştur.

İstanbul benim için ilk aşk gibidir. Sanki ilk sevgilidir o.

Ama şimdilerde çok yoruyor ve Yorgunluğu aşkına galip gibidir.

Geçen sene gittiğimde görev yaptığım Küçük Pazar ile Fetva Yokuşu'ndan ve Mimar Sinan Türbesinden geçip Süleymaniye Camiine giderken gençliğimin istisna heyecanları aklıma gelip hüngür hüngür ağlamaktan kendimi alamamıştım.

Topkapı'dan Aksaray, Laleli, Beyazıt, Çemberlitaş Sultan Ahmet, Gülhane Parkı ve Sirkeci hattının son durağı iskeleye vardığımda tanık olduğum Bizans ve İslam medeniyetlerinin ihtişamının tercümanı eserlerin yüz yıllara meydan okuyuşlarına şapka çıkarmaktan başka ne yapılabilir?

Gerek yürüyerek ve gerekse otobüsle geçtiğim bu yerlerden geçerken kendimi müzede dolaşır gibi hissederim.

İşte bir defa daha görmek ve onlarla konuşarak dertleşmek üzere İstanbul'a gittik.

Ancak İstanbul sitemledi ve gezdirmedi. Birinci haftanın sonunda Samsun'a gönderdi. Bir hafta da Samsun evden çıkarmadı. İstanbul'un cezasını onaylar gibi alkışladı.

Yazı 'yazmama' adına bu sebepleri yazdık.

Hastalıkların sebepleri vardır ama, bir İslam Alimi'nin ifadesiyle, 'sebep yok, müsebbibül-esbap vardır' sözünü de unutmuyoruz.

Bismillah diyerek yeni bir başlangıç olması dileğiyle selam ve sevgiler…