Sınıf kapısından içeri girerken, her zamanki gibi değildi. Adımları yavaşlamış, içlenmiş bakışları ile sınıfı seyrede seyrede ilerledi.
Kimsenin kimseyi anlayamayacağı yalnızlık doluydu içi, dokunsan ağlayacaktı. Son mesaisine, son dersine girmişti az önce.
Kolay mıydı, her bir adımda hizmetle geçen onlarca yıl saklıydı…
“Günaydın” dedi öğrencilerine,
“Günaydın Hocam” dedi öğrencileri ve usulca çekti sandalyeyi, oturdu masasına. Bir veda hüznüyle baktı sınıf defterine. Kırgın bir tebessümle gezdirdi kalemini. İşi bitince elinde boş meşgul tuttuğu kalemi, ön sırada oturan torununa verdi.
Öğrencilerinde anlamını bulamamış bakışlarını, sözcüklere döktü bir müddet sonra:
“Hey gidi yıllar” dedi kendiyle barışık olmayan her bir harfle…
Hey gidi yıllar…
Her şey dünde kalmış, bütün yaşanmışlıklar geçmiş zaman olmuştu. Son bir hamle ile hücuma kalkan asker gibi derse vermeye çalıştı kendini. Olmadı.
Duygusal bir yorgunluk dizlerindeki feri de almıştı. Her bir cümle, kıymetli her bir öğrenci eskisinden daha değerliydi. Konuya nereden nasıl başlayacağı, sonunda çocuklarla nasıl veda edeceği net değildi.
Tekrar toparlamaya çalıştı kendini. O bir öğretmendi nihayetinde, son ders de olsa o ders hakkıyla anlatılmalıydı öğrencilerine. Öyle de yaptı. Başladı anlatmaya.
Konu bitmiş sıra veda faslına gelmişti.
“Şimdi” dedi.
“Şimdi çocuklar, her başlangıcın bir bitişi bir sonu vardır. Bir yerden bir yere yolculuk gibi. Bugün de benim yolculuğumun bittiği gündür. Artık bu durakta iniyorum. Emekli oluyorum. Sizler yola devam edeceksiniz. Size anlatılacak o kadar şey, o kadar kıymetli bilgi ve deneyim var ki, ne vakit yetecek ne de sizler bunu vaktinden önce kavrayabileceksiniz. Sadece şu kadarı aklınızda kalsın yeter:
Adil olun, vicdanlı, anlayışlı, kavrayışlı olun ki, düştüğünüzde değerler sizi kaldırsın.”
Zil çalıp ders bittiğinde elini öpen öğrencilerin yanaklarına dokunuyordu gözyaşları. Artık ne “Sus !” diyecek ne de “Sen anlat” diyecek bir öğrencisi olmayacaktı. Artık o arı gibi vızıldayan öğrenci çığlığını okul bahçesinden duyacaktı. İyi biliyordu, birkaç yıl önce emekli olmuş arkadaşı anlatmıştı ona. Emekli olduğunda ilk yıl okulların bahçe duvarına yaklaşır gelecek öğrenci çığlıklarını beklermiş. Öyle olacağını düşündükçe hepten kötü hissetti kendini ve son bir gayret koridora çıkıp kayboldu gözlerden…
Hiçbir şey anlatmamış olsalar dahi tebeşir tutturmuş elleridir bu gün yazdığımız kalemler…
Onlardır,
Yürekten kavranmış hayatlar…
Onlardır!
Merhamet deyip diz çöktüğümüz,
Akıl deyip şahlandığımız, onlardır.
Bir elinde akıl ve binlerce yıllık birikimi ile öğretmen.
Bir elinde yürekleri ile hem anne hem baba…
Yaptığımız iş, aldığımız maaş…
Kurduğumuz cümleler…
Okuduğumuz kitaplar onlardır.
Geçtiğimiz köprüler…
Oturduğumuz evler…
Konuştuğumuz dil…
Sustuğumuz şarkılar onlardır.
İçtiğimiz su gibi aziz olan apaydınlık gelecek, onlardır!
Sevgi ve saygıyla selamlıyoruz her birinizi tek tek sevgili öğretmenlerim.
Hele de benim öğretmenlerimi.
Çoğu emekli şimdi
Onları düşündüm bu gece, sevdiğim öğretmenlerimin her biri geçti gözümün önünden, bir film şeridi gibi…
Hep 24 Kasımlarda anılacak değiller ya. Soğuk bir Samsun gecesinden sımsıcak bir yürekten selam ve saygı gönderiyorum, ellerinden öperek, tek tek…
Biz de yaşlandık öğretmenim.
Yeni yeni fark ediyorum, 25 yılı doldurmuşum, emekliliğim gelmiş ve sizi hala o genç Uğur’un yüreğinde ağırlıyorum, aziz bir hatırasınız.
Güzel günlere uyanın
Sağlıcakla kalın öğretmenim.