Varlıklı halleriyle böbürlenip,

insanları hakir görenler,
zenginlik sarhoşluğunda
farkında olmadan
kendilerine kötülük yapıyor...
Oysa, her inişin bir çıkışı
her çıkışın da bir inişi
vardır...
Cenap Şahabettin'in,
"Hayat merdivenlerini
çıkarken insanlara iyi davranalım. Dönüşte yine onlara
rastlayacağız"
demesi, işte bu yüzden...
Uzatmayalım!..
Anlayana sivrisinek saz,
anlamayana
davul zurna az...
Cüneyd Suavi'nin
bu güzel
öyküsüyle
sizleri başbaşa bırakıyorum...


* * *

Köyün ağası, adamlarını yanına çağırıp,
"Dün sabah buraya bir adam gelmiş. Gelsin tabi ki ama, (Bu köyün ağasından da zenginim) der dururmuş. Şunu bulup getirin de eni-boyu ne kadarmış görelim" demiş. Adamlar, dört bir yana dağılıp işe koyulmuş ve yaptıkları soruşturmaya göre, köye gelen kişinin ihtiyar bir balıkçı olduğunu, daha sonra sahildeki evine döndüğünü ağaya bildirmişler. Ağa, gururuna dokunan bu olayı çözmek niyetindeymiş. Atına atlayarak, o zengini aramaya koyulmuş. Bütün sahil, şeridini boydan boya taramış, yolda birkaç kişiye sormuş ama hiç kimse öyle bir adamı tanımıyormuş. Tek bir balıkçı yaşarmış o civarlarda, garip mi garip, zayıf mı zayıf biri...

Ağa, aradığı kişiyi tanır ümidiyle, o yaşlı balıkçının yanına gitmiş. Selam verdikten sonra, "Ben ağayım!.." diye konuşmaya başlamış. "Bizim köye bir balıkçı uğramış. Gevezenin tekiymiş anlaşılan. Benden zengin olduğunu söyleyen bir geveze. Onu tanıyor musun?"
Balıkçı, o sırada balık kızartıyormuş. Bütün çevreyi mis gibi kokutan, hem karabatakları hem de aç martıları imrendiren. Yaşlı adam, balıkları ters yüz ederken, "O kişi benim"
diye gülümsemiş. "Cuma namazı için köyünüze gelmiştim. Namazdan hemen sonra birkaç arkadaşla sohbet ederken, sizden zengin olduğumu söyledim. Demek ki duymuşsunuz."
Ağa, durumu çözmekte zorlanıyormuş. Balıkçının aklından kuşkusu yokmuş ama fakirliği açık seçik belliymiş. Üstündeki yamalı elbiseler, bir deri bir kemik kalmış sıskacık vücudundan sanki her an kayacak gibi duruyormuş. Ayağına geçirdiği ayakkabılar ise neredeyse parçalanma noktasındaymış, yaşadığı derme çatma kulübe gibi.
Ağa, ihtiyara bir ders vermek amacıyla,
"Zenginliğin ölçüsü, sahip olduğun tarlayla ölçülür" demiş. "Sizleri bilmem ama, bizde böyledir. Namaz kıldığın köy bana aittir. On bin dönümden fazla. İstediğim tarlayı sürüp ekebilirim. Mahsul alabilirim. Onları, istediğim yere satabilirim. Kimse bana karışmaz. Oysaki senin..."
İhtiyar adam, ağanın sözlerini yarıda kesmiş. Önündeki uçsuz bucaksız denize bakarken, "Benim tarlam, en az yüz bin dönümdür. Belki çok daha fazla. Bazen birkaç oltayla, bazen de küçük bir ağ ile sürerim onu. Kimse bana karışmaz. Çok şükür ki Mevlam da boş çevirmez."
Ağa, şaşırıp kalmış bu cevap karşısında. En büyük zenginliği, mutluluğu fark etmiş ihtiyarın yüzünde. Yavaşça inmiş atının üstünden. Daha sonra balıkçıya doğru yanaşıp,"Muhterem ağam!.. Sözlerinde gerçekten haklıymışsın. Şimdi bu aç ve zavallı yolcuya, tarlanın mahsullerinden yedirirsin değil mi?"

* * *

Bugününüz dünden daha iyi olsun. Sağlıklı ve huzurlu günler dileğiyle...